10. Sınıf: Felsefe - 10. Ünite : Felsefi Okuma ve Yazma - Felsefi Okuma ve Yazma - Ünite Tekrar Testi
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Bütün fikirlerimizin izlenimlerimizin kopyalarından başka bir şey olmayışları, yani başka bir deyişle, bizim için ister dış ister iç duyularımızla evvelce duymamış olduğumuz bir şeyi düşünmemizin imkânsız oluşu öyle görünüyor ki fazla karşı koymaya uğramayacak bir önermedir. İşte bu önermeyi ben açıklamaya ve kanıtlamaya çalıştım. Bu önerme uygun şekilde uygulandığı takdirde felsefi akıl yürütmelerde şimdiye kadar elde edilmiş olanlardan çok daha büyük bir açıklığa erişmenin mümkün olacağı ümidini belirttim.
Makedonya Kralı Büyük İskender şehirde gezerken bir çul ve bir ekmek torbasıyla fıçı içinde yaşayan Diyojen’i görür. Yanındakilere bu adamın kim olduğunu sorar ve Diyojen’in bir filozof olduğunu öğrenir. Felsefeye karşı sevgisi bulunan İskender, fıçıya yaklaşır. Güneşin vurduğu fıçı önünde Diyojen uyuşuk bir şekilde yatmaktadır. Büyük İskender Diyojen’e kendini tanıtır ve kendisinden bir şey isteyip istemediğini sorar. Aldığı cevap tarihe geçer. Diyojen, koskoca ve zengin bir devletin imparatoru Büyük İskender’e sadece “Gölge etme, başka ihsan istemem.” der.
Filozoflar olmasa özgürlük gibi, demokrasi gibi, insan hakları
gibi kavramların önünü, arkasını didikleyip olması gerekeni oldurmak için kim açardı yolları önümüze. İyinin, güzelin,
varın ya da yokun ayırdına kim vardırırdı bizi? Mutluluk türküleri tutturup söyleniyorsa kimler mutlu yaşamın önerilerini
burnumuza sokardı? Aklımızı işler kılardı? Hele hele ahlâklı
yaşam sorgulanırken, toplum düzenleri oluşturulurken, hatta
çocuklar bile yetiştirilirken kimler yol açacaktı önümüzdeki
yolu işte bu aklı evvel insanlar olmasa?
Son derece küçük bir zaman aralığında saatte 120 kilometre hızla giden bir otomobilin fotoğrafını çekerseniz elde ettiğiniz resim nesnesine sadık olmakla birlikte yalancıdır. Çünkü size mutlak olarak hareketsiz bir nesnenin izlenimini verecektir. Buna karşılık Gericault’nun “Epson Derbisi” adlı tablosunda karınları yere değer gibi dörtnala koşan atları hayranlıkla seyretmekteyiz. Bu tabloda sözünü ettiğimiz canlılık havası tam bir sadakatsizliğe rağmen verilmektedir. Hiçbir zaman hiçbir at bu ressamın eserinde olduğu gibi ön ayakları arka ayaklarının bir uzantısıymış gibi koşmamıştır. Aynı şekilde Rodin’in “Yürüyen Adam”ı doğru olsa bile gerçek değildir. Çünkü gerçek yürüyüşte iki ayak hiçbir zaman birlikte yere basmaz. Onlardan biri mutlaka havada olur. O halde sanatın doğrusu kurma ve değiştirmedir.
Yaşam felsefe, felsefe de yaşam ise her ne denli felsefeyi yaşamın uzağına düşürmek isteyenler olsa da yaşam sorgusuz sualsiz olamayacak kadar çarpışık, karışık, çelişik, düz, tekdüze, sarmallar içinde, arka sokaklarda ve ana caddeler ile dolu, insan olup da günlük yaşamın kaygıları içinde bile solurken felsefeye bulaşmamak ne mümkün? Ama sanki felsefe filozofların alanı gibi kabul edilmekte. Elbette kolay değil filozoflar gibi düşünmek, ortaya koymak gerçekleri. Elbette ayrıcalıklı insanlar yol açarlar insanlığın önüne. Birileri önden soruyor sormasına da öyle sırça saraylarda ya da fildişi kulelerde değil, yaşamın ta göbeğinde. Ayırdına vardırıyorlar varamayanları da. Süslü püslü sözcükler olmaktan çok öte felsefi söylemler elbette. Günlük beylik lafların ötesinde, ötesinde de aslında yaşamın ve sıradan insanın hizmetindeki o insanlar bunun ayırdında ya da değil.
Felsefi deneme yazmak, olgunluğa erişmiş bir kişisel bakış açısının kaleme alınmasıdır. Deneme bir yazın türü olarak yazara belli bir serbestlik tanır. Ona fikirlerini ispat etme sorumluluğunu yüklemez. Ancak bir felsefi denemenin bir problem veya problem öbeği etrafında kurgulanmasını, bunun da daha başta okuyucuya tanıtılmasını zorunlu kılar. Deneme, var olan bilgilerin bir özeti veya bilinenin başka bir şekilde ifade edilmesi asla değildir. Felsefi deneme bir anlamda kavramlar arasında daha önce kurulmayan yeni bağlantıların kurulması, yeni bakış açılarının sergilenmesi demektir. Felsefi deneme, farklı kaynaklardan zamanla edinilmiş bilgi, deneyim, çıkarım gibi birikimlerin, bütünsellik içerisinde, felsefi bağlamından koparılmadan ortaya konulması demektir.
Felsefi sorular bütün insanları çok yakından ilgilendirmekte birlikte insanlar, günlük hayata çok farklı nedenlerle sıkı bir şekilde bağlanırlar. Ancak felsefeciler için dünya ve onun üzerinde olup biten her şey yenidir. Oysa yetişkinlerin pek çoğu dünyayı, olan bir şey olarak görür, onlar için her şey olağandır. Hayatı olduğu gibi benimserler, kalabalığın bir parçası haline gelip alışkanlığın etkisiyle herkesin yaşadığı gibi yaşarlar. Gerçekten de çoğumuz ömrümüzün bir noktasında felsefi soruları unuturuz. Bunun önemli nedenlerinden biri dogmatik yanıtlarla yetinmemizdir. Filozof sıradan insandan farklıdır. Çünkü o, gerçekliğin göründüğü gibi olmayabileceğini, görünüşün gerisinde farklı nedenler olabileceğini düşünen ve dolayısıyla algısal görünüşlerinin ötesine geçebilen insandır.
Kant’ın inancına göre, “Saf Aklın Eleştirisinde, çözümlenemeyen ya da hiç olmazsa çözümünün anahtarı verilmeyen tek bir sorun yoktur. Zihin, duyuları kalıplayarak fikir haline koyan etkin bir organdır. Duyu, örgütlenmemiş uyarmadır, çünkü yorumlanmamıştır. Algılar duyumların yorumlanması ile oluşur. Şu halde algı, örgütlenmiş duyu, kavram örgütlenmiş algı, bilim örgütlenmiş bilgi, bilgelik örgütlenmiş hayattır. Bu düzen nesnelerin kendisinden değil, zihinden kaynaklanır.
Hobbes’a göre, uygar durumların dışında, her zaman herkesin herkesle savaşı vardır. Burada şu ortaya çıkar: İnsanlar hepsini birden korku altında tutacak genel bir güç olmadan yaşadıkça savaş denilen durumdadırlar. Bu yalnız çarpışmadan ya da dövüşme eyleminden ibaret olmayıp çarpışma iradesinin yeterince güçlü olduğu bir zaman süresidir. Bu yüzden savaşın doğasındaki zaman kavramı, havanın doğasındaki gibi ele alınmalıdır. Nasıl kötü havanın doğası bir iki yağmur sağanağından ibaret olmayıp birçok gün gerçekleşiyorsa savaşın doğası da bunun gibidir.
Bir tavuğun yumurtladığı ve kuluçka için hazırladığı bir yumurtayı düşünelim; görüyoruz ki yumurtada belli sıcaklıkta ve belli koşullarda gelişen tohum var. Bu tohum gelişerek bir civciv verecek; bu tohum demek yumurtanın karşıtıdır. Görüyoruz ki yumurtada iki güç vardır: Yumurtayı yumurta olarak bırakan güç, yumurtayı civciv yapan güç. Demek ki yumurta kendisiyle uyumsuzluk içindedir. Her şey kendisi ile uyumsuzluk içindedir.