11. Sınıf - Felsefe - 1. Ünite : MÖ 6. Yüzyıl - MS 2. Yüzyıl Felsefesi - MÖ 6. Yüzyıl - MS 2. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Testi - Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
MÖ 6 . yüzyılda Taoizmin kurucusu Lao Tse’ye göre, insan, varlık hakkında tam ve genel bir fikir edinme gücüne sahip değildir. Mutlak varlık açıklanamaz, adlandırılamaz ve tanımlanamaz olduğunu belirten Lao Tse, gerçeğin tüm çeşitliliğine karşılık bir “Tao” olduğunu ve bunun görüntüsün, maddesinin, biçiminin ve adının olmadığını savunur. Ona göre, aldatıcı dünya varlıktan yoksundur, tek gerçek Tao’dur; Tao, betimlenemez, nesnesiz, hareketsiz, cisimsiz, sonsuz olan evrenin düzenidir.
Arkesilaos’a göre, duyu algılara dayanan bir tasarımın doğru mu, yanlış mı olduğunu, yani bu tasarımın var olan bir şeyle mi yoksa var olmayan bir şeyle mi ilişkili olduğunu bize güvenle bildirecek bir doğruluk ölçüsü yoktur. Duyu yanılmalarında, rüyalarda, delilikte de tasarım mutlak bir apaçıklık niteliği taşır ve bizi kendilerini onamaya zorlarlar, oysa bunlar yanlıştır. Bu da gösteriyor ki, duyu algılarına dayanan tasarımlarımızın yanlış mı, doğru mu olduğunu hiçbir zaman kesin olarak bilemeyiz.
Sofistler, eşyanın hakikatinin sabit olmadığını veya olsa bile insan onun bilgisine ulaşamayacağını belirtirler. Duyuların yanıltıcılığından ve bunların topladığı verilere dayanan aklın ulaştığı hükümlerden emin olmayıp, onları inkara kadar varan bir anlayış içinde olmuşlardır. Gözü rahatsız olan kişinin bir şeyi çift görmesi, safra hastalığına tutulanın tatlıyı acı bulması, bir nesnenin uzağında bulunanın onu küçük olarak algılaması, gemide yolculuk edenin sahilin hareket ettiğini zannetmesi örneklerine dayanarak duyu verilerinin çoğu zaman insanı yanılttığını, dolayısıyla nesne ve olayların hangisinin gerçek, hangisinin yanlış olduğunun kesin olarak bilinemeyeceğini iddia ederler.
Normal insanın normal koşullar içinde apaçık algıları vardır, bunlardan şüphe edersek, kökleri bu çeşit algılarda bulunan bütün genel tasarım veya kavramlar da yıkılır. Bu durumda insanın bütün pratik, etik ve bilimsel davranışları, kısaca bütün hayatı olanaksız olur. Bundan dolayı olasılıklı bir yaşayışı temel almak çok elverişsizdir.
Eğer bindiğin gemi bir limana uğrar ve seni kıyıya su almak için yollarlarsa, yolda midye kabuğu veya mantar bulursan toplayabilirsin. Fakat aklın hep gemide olmalıdır. Sık sık başını gemiye çevirerek kaptanın seni çağırıp çağırmadığını kontrol etmelisin. Eğer kaptan çağırırsa elindekileri bırakıp hızla geri dönmelisin. Hayat yolculuğu da böyledir. Bir eşin ve çocuğun olursa, bunları benimsersin. Fakat kaptan seni çağırınca, arkana bakmadan her şeyi bırakıp gitmeyi bilmelisin.
Erdem, aklın doğru durumda olmasıdır. Aklın doğru durumda olması da, insanın özü bakımından rasyonel olan doğanın gidişine ayak uydurması, ona kendini bağlı kılması ile elde edilir. Nasıl olsa insan doğanın gidişinden kendini sıyırıp ayıramaz, onu isteyerek benimserse bu gidiş artık kendisine batmaz olur, böylece de tedirgin olmaktan kurtulur.
Aristoteles’e göre, beden madde, ruh da formdur. Ruhun görevleri bedenin görevlerine bağlı değildir; aksine ruh, bedenin içinde taşıdığı erektir. Ruh, bedenin hareketleri ve değişmeleri içinde kendini olgunlaştırıp gerçekleştiren formdur. Bedenin biçimlenme ve hareketlerini bir ereğe doğru yönelten neden ruhtur. Ruhun kendisi cisimsel değildir, fakat bedeni hareket ettiren, ona egemen olan güçtür.
Demokritos’a göre, maddi-duyusal sevinçler, güzellik, şeref ve zenginlik gibi şeyler göreli iyidir. Mutlak iyi ise, ruhun iyi durumda olmasıdır. Mutlu olmak için ruh dinginliğine erişmek, bunun için de her türlü aşırı tutkulardan kaçınmak gerekir. Demokritos bu duruma en iyi bilgelikte varılacağı kanısındadır. Bilgelik, anlayışlı bir düşünme ile ruhu korkulardan kurtarmayı başarabilmektir. Bütün yanlış davranışların nedeni, iyinin ne olduğunu bilmememizden kaynaklanır.
Pythagoras, var olanların temel ilkesini Milet filozoflarının aksine bir tözde değil, bir ilk kanunda, var olan unsurların değişmez sayısal ilişkilerinde aramıştır. Var olan şeylerin ilkesi olarak sayıyı temele alan Pythagoras, varlıktaki değişimi de bu sayısal ilişkilerle açıklamaya çalışmıştır. Pythagoras müzikteki seslerin uyumundan hareketle, bu müzikal uyumu uzayın yapısında da olduğunu ileri sürer. Nasıl ki hareketli her cisim, büyüklüğüne ve hareketin hızına bağlı bir ses çıkarıyorsa, Pythagoras’a göre, gezegenler de yörüngelerinde dönerken, bizim işitemeyeceğimiz bir “gök küresi müziği’’ çıkartır.
Sofistler, ortaya koydukları düşüncelerle aristokratik değerleri ve o zamana kadar tartışmasız kabul edilen inanç ve kurumlan kökünden sarsmışlardır. Toplumsal ve siyasal kurumların dokunulmaz şeyler olmadığını, bunların insan yapısı oldukları için değişebilecekleri tezini kabul ettirmeye çabalamışlardır. Onlara göre, tüm insanların üzerinde uzlaşabilecekleri ortak değerler yoktur. İnsanın kendisi de ahlaki bir varlık olmaktan öte, kendi çıkarını düşünen bencil bir canlıdır. Dolayısıyla herkes kendi inandığı değerlerine, doğrularına başkalarını inandırmalıdır.