11. Sınıf - Felsefe - 1. Ünite : MÖ 6. Yüzyıl - MS 2. Yüzyıl Felsefesi - MÖ 6. Yüzyıl - MS 2. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Testi - Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Sokrates, kendisini bir öğretici olarak sunmaktan çok, insanları rahatsız eden, bulundukları derin uykudan uyandıran bir “at sineği" olarak gösterir. Bir ebenin, annenin rahminde bulunan bebeği doğurtması gibi kendisinin de, ruhta gizil halde bulunan düşünceleri doğurtmakla görevli olduğunu söyler. Daha ileriye giderek, insanlara kendilerinin sahip olmadığı bir şeyi öğretmediğini ileri sürer.
Sofistler felsefede, insan ve ilişkili kavramları konu edinmişlerdir. Onlara göre, doğa filozoflarının evreni, evrenin ilke ve yasalarını araştırmak boş bir uğraştır; çünkü insanın günlük yaşamına, mutluluğuna hiçbir katkı sağlamaz. Söz gelimi, Thales’in evrenin temel maddesinin “su”, Herakleitos'un “ateş" demesinin, bunları bilmenin Atinalı bir yurttaşın Halk Meclisi’nde, devlet yönetiminde etkili konuma gelmesinde ne gibi bir yararı olabilir? Zihin karışıklığına yol açan bu yararsız konularla ilgilenmek yerine, evrendeki en önemli varlık olan insana dönülmeli ve onu doğrudan ilgilendiren konularla ilgili düşünceler üretilmelidir.
iyonyalı filozoflarının felsefeye teorik bir kaygıyla yönelmelerine karşın, Pythagorasçılar, pratik bir kaygıyla hareket etmişler ve felsefe bilgisi aracılığıyla arınarak evrenin ruhuyla birleşmeyi amaçlamışlardır.
Aristoteles, bir yandan duyularla, algıyla bilinen tikel varlıkları ve bunların oluşturdukları evreni açıklamayı kendine amaç edinirken, diğer yandan bilginin ne olduğu konusunda hocası Platon’u izlemiştir. Ancak Platon, gerçekliği maddi olmayan bir idealar dünyasına yerleştirmeye çalışmış, ideaların şeylerden tamamen ayrı olduklarını kabul ettiği için, değerleri ve normları duyu algısı dünyasıyla bağlantı içine sokamamıştı. Aristoteles açısından, bu kusurlu bir durumdu. O, Platon’dan farklı olarak hem değerlerin ve normların hem de duyu nesnelerinin gerçek olmasını olanaklı kılacak bir varlık teorisi geliştirmiştir.
Sofistler devletin (polis) kaynağı olarak insanlar arasındaki sözleşmeye işaret ederler. Sofistlere göre, insanların varlıklarını sürdürmek amacıyla aralarında anlaşarak kuracakları devlet, dairenin merkezi gibi herkese aynı uzaklıkta bulunması gerekir; devletin sunacağı hizmet ve olanaklardan herkesin ayrım gözetmeksizin aynı oranda yararlanma hakları vardır.
Aristoteles’e göre, insana eksiksiz, ebedi, en yüksek mutluluğu sağlayan erdemler zihinsel erdemlerdir (dianoetik). İnsan en yüksek mutluluğu sağlayan zihinsel erdeme, felsefi bilgelik ve bilimsel bilgiyle birleşmiş olan teorik akıl ile, en yüksek hakikatleri doğrudan doğruya kavrayarak Tanrılığın özü olan salt düşünmeden pay almayla ulaşabilir. İnsan burada, pratik hayatın bütün amaç ve kaygılarından sıyrılır, kendini bütün istek, arzu ve kaygılardan kurtarır ve salt kendi kendisi için olan etkinliğe yönelerek kendisini en çok mutlu kılacak olan sonsuz hakikate erer.
Sofistler, düşünce tarihinde “ahlak sorunu”nu ilk kez ele alan düşünürlerdir. Ahlak, “iyi ve kötü” kavramlarıyla açıklanan ve iyiyi amaçlayan bir alandır. Bu çerçevede “İnsan için iyi olan nedir?” sorusuna Sofistler, “mutluluk” yanıtını vermişlerdir. Bu durumda şu soru akla gelir: “İnsan nasıl mutlu olur?” Sofistler bu soruya pratik ve yararcı anlayışla cevap verirler.
Bir ağaç gördüğümüzde, aslında gördüğümüz şey ağaç tümelinin ya da kümesinin bir elemanıdır. Bizim önce ağaç kümemiz vardır. Sonra gördüğümüz olan ağaç, aklımıza daha önce yerleştirilmiş olan ağaç formu ile eşleşirse ona ağaç deriz. Gördüğümüz ağaç mükemmel ağaç değildir; çünkü bizde daha önce yerleştirilmiş olan ağaç formuna tam olarak uymaz. Peki, o mükemmel ağaç nedir? Platon’a göre, mükemmel ağaç nesnelerden ayrı olan, zihnimizde önceden bulunan ağaç formudur, gördüğümüz tek tek ağaçlar, “ağaç formu”nun birer kopyasıdır.
Parmenides’e göre, bir hareketin, değişimin ya da oluşun var olduğunu kabul etmek, bir var olmayanın var olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Çünkü bir cismin belirli bir uzayda hareket edebilmesi için, orada önce bir boşluğun, yani hiçliğin bulunması gerekir. Aynı şekilde bir oluşun, değişimin kabul edilmesi İçin de geçerlidir. Dolayısıyla var olan her şeyi doldurduğundan ve her şeyi kapladığından, sadece değişmez bir var olan vardır. Kısaca düşünülebilen şey sadece var olandır, var olmayan düşünülemez. Bize sürekli bir oluş ve bitiş ve sürekli bir hareketten oluşan dünyayı gösteren duyular, bizi yanıltır.
Aristoteles, ruh ile beden arasındaki ilişkiyi, form ile madde arasındaki ilişkiye benzetir. Beden madde, ruh formdur. Aristoteles’e göre ruh, cismin ilk fiilidir; canlıyı canlı yapan, onu cansızdan ayıran başlıca sebeptir. Ruhun bedenle olan ilişkisi gözün görme ile olan ilişkisi gibidir. Göz sadece bir görme aletidir. Görme ortadan kaldırıldığı anda, göz artık göz olmayan olacaktır. Bir baltanın özü de, baltayı balta yapan şeydir. Balta istenileni kesmeyince özünü de kaybetmiş demektir. Baltanın kesmesi de gözün görmesi de bir bedende gerçekleşebilir. Baltanın özü, baltanın ruhu olarak kabul edilebileceği gibi, insanı insan yapan da onun özü olan ruhtur.