11. Sınıf: Türk Dili ve Edebiyat - 2. Ünite: Hikaye - Ünite Tekrar Testleri Test Soruları - Test Çöz - 2023 Yeni MEB Eğitim Müfredatına Uygun Yeni Nesil Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Hey!.. Bana baksana arkadaş, artık gece oldu, gün çoktan kavuştu... Çabuk ol, çık buradan... Mabedin kapılarını örteceğiz. Sabahtan beri ağlayıp bağırdığın yetmedi mi? Ne bitmez derdin varmış! İçerde kimseler kalmadı; herkes evine çekildi… Başını kaldır da etrafına bak... Yoksa karanlık geceyi de mi görmüyorsun? Gece mi ne gecesi? Gönlüm, sevdiğimin aşkına karargâh olalı beri gece ve gündüzü seçecek iktidarım kalmadı. Görmüyor musun, onun aşkı satveti, değil yalnız beni cihanı şulesine batırdı.
(I) Güneşler, aylar, yıldızlar hep, bu ziyadan aydınlanmıştır. (II) Ben ne gece ne de gündüz tanıyorum. (III) Yalnız onu biliyor ve ona tapıyorum. (IV) Geceler, ancak sizin gibiler için siyah yüzlü, siyah kaftanlıdır. (V) Sizin gündüzünüzün ışığı, benim gecelerimin nuruna karşı utancından yüzünü kapar.
…
Çocuk ilk avını getirip büyüklerinin önüne bırakıyor. Gözleri yerde, bekliyor. Oymak dedesi hayvanı yarıyor, kanından alıp çocuğun dokuz yerine sürüyor, usta elleriyle sağ bacağın en güzel kemiğini sıyırıp çocuğun eline veriyor, “Bundan böyle herkes seni şimdi vereceğim adla anacak.” diyor. “Adın... “ O sırada gök gürlüyor uzun uzun. Çocuk adsız kalıyor.
…
Ölüler her şeyi bilir; öğrenmenin yolu da ölmektir. Ölüp yok olan, ölülere karışan, yerin, suyun altına inip onlardan salık alan, gökyüzüne, onun da ötesine çıkıp ışığı, aydınlığı, bilgeliği oradan, çiçek derer gibi yanına alıp gövdesinin dağılmış parçalarını yeniden bir araya getirerek, tazelenip yeniden doğmuş gibi yeryüzüne dönerek insan arasına karışandır ki bilinecek her şeyi bilir.
Bilge Karasu, Avından El Alan
Bu parçadan hareketle modernist hikâyenin özellikleriyle ilgili olarak;
I. Çağrışım değeri yüksek sözlere yer verilir.
II. Geleneksel olana karşı çıkılır.
III. Toplumsal sorunlara çözüm aranır.
IV. İçsel yaşantılar ele alınır.
V. Millî kültür öğeleri benimsetilmeye çalışılır.
İki kocakarı alay mutfağının arkasındaki arsada, ıslak toprağa karşılıklı oturmuşlardı... Teneke kutuları bomboştu. Yanı başlarında birkaç erkek köpek, birbirine geçmiş böğürleriyle, sinirli sinirli soluyarak uyukluyorlardı. Güneş sıcaktı... Kocakarılar, yama yama üstüne vurulmuş, kalın hırkalarını çıkardılar. Sivrilmiş omuz başları, içleri boşalmış kuru göğüsleri... Koltuk altları güneşte tatlı tatlı gidişti, uzun uzun kaşındılar... Sonra, hırkalarının kıvrımlarına saklanmış bitleri bulup bulup kırmaya başladılar. Sivri çenesinde üç siyah kıl fırlamış olanı:
- Bet bereket vardı anam... dedi, bet bereket vardı… Yiyeceğin sözü mü olurdu? O canım fasulyalar, nohutlar, böğrülceler... Ya pirinç pilavları?
Ötekinin bir gözü kördü.
- Doğru... diye başını salladı. Bet bereket vardı o zaman… İnsan karnını doyururdu da doldurur konu komşuya bile götürürdü...
- Ya karpuz kabukları! Nasıl kemirirdik?
- Eeeeh, o günler de günmüş. Allah bundan geri komasın, zere beterin beteri var!
- Bu askercikleri de ne demiye alıp götürürler sanki burdan?
- Harp varmış harp! Moskof gene kafa kaldırmış diyorlar!
Orhan Kemal, Ekmek Kavgası
Yukarıdaki parça 1940-1960 yılları arasında yazılmış --- bir hikâyeden alınmıştır.
İki kocakarı alay mutfağının arkasındaki arsada, ıslak toprağa karşılıklı oturmuşlardı... Teneke kutuları bomboştu. Yanı başlarında birkaç erkek köpek, birbirine geçmiş böğürleriyle, sinirli sinirli soluyarak uyukluyorlardı. Güneş sıcaktı... Kocakarılar, yama yama üstüne vurulmuş, kalın hırkalarını çıkardılar. Sivrilmiş omuz başları, içleri boşalmış kuru göğüsleri... Koltuk altları güneşte tatlı tatlı gidişti, uzun uzun kaşındılar... Sonra, hırkalarının kıvrımlarına saklanmış bitleri bulup bulup kırmaya başladılar. Sivri çenesinde üç siyah kıl fırlamış olanı:
- Bet bereket vardı anam... dedi, bet bereket vardı… Yiyeceğin sözü mü olurdu? O canım fasulyalar, nohutlar, böğrülceler... Ya pirinç pilavları?
Ötekinin bir gözü kördü.
- Doğru... diye başını salladı. Bet bereket vardı o zaman… İnsan karnını doyururdu da doldurur konu komşuya bile götürürdü...
- Ya karpuz kabukları! Nasıl kemirirdik?
- Eeeeh, o günler de günmüş. Allah bundan geri komasın, zere beterin beteri var!
- Bu askercikleri de ne demiye alıp götürürler sanki burdan?
- Harp varmış harp! Moskof gene kafa kaldırmış diyorlar!
Orhan Kemal, Ekmek Kavgası
Yukarıdaki parça 1940-1960 yılları arasında yazılmış --- bir hikâyeden alınmıştır.
Bu parçanın dil ve anlatım özellikleriyle ilgili olarak;
I. niteleyici sözcüklere,
II. ikilemelere,
III. terimlere,
IV. mecazlı anlatıma,
V. zıt anlamlı sözcüklere ve kavramlara yer verildiği söylenebilir.
Sınıfta bu hikâyenin tamamı okunduktan sonra öğretmen, konuya evde hazırlanıp gelen öğrencilerin bilgilerini ölçmek için tahtaya şöyle bir cümle yazmış ve onlardan cümledeki boşluğu uygun biçimde doldurmalarını istemiştir:
“1940-1960 yılları arasında Orhan Kemal ve --- gibi yazarlar genel olarak hikâyelerini ağa-köylü, öğretmen-imam, halk-yönetici, zengin-fakir, güçlü-güçsüz, aydın-cahil gibi belirgin farklılıklar üzerine kurarlar."
Bu cümledeki boşluğu doldurmak için;
I. öğrenci: Kemal Bilbaşar,
II. öğrenci: Kemal Tahir,
III. öğrenci: Necati Cumalı,
IV. öğrenci: Oktay Akbal,
V. öğrenci: Yaşar Kemal isimlerinin gelmesi gerektiğini söylemişlerdir. Fakat bunlardan biri yanlıştır.
Hey!.. Bana baksana arkadaş, artık gece oldu, gün çoktan kavuştu... Çabuk ol, çık buradan... Mabedin kapılarını örteceğiz. Sabahtan beri ağlayıp bağırdığın yetmedi mi? Ne bitmez derdin varmış! İçerde kimseler kalmadı; herkes evine çekildi… Başını kaldır da etrafına bak... Yoksa karanlık geceyi de mi görmüyorsun? Gece mi ne gecesi? Gönlüm, sevdiğimin aşkına karargâh olalı beri gece ve gündüzü seçecek iktidarım kalmadı. Görmüyor musun, onun aşkı satveti, değil yalnız beni cihanı şulesine batırdı.
(I) Güneşler, aylar, yıldızlar hep, bu ziyadan aydınlanmıştır. (II) Ben ne gece ne de gündüz tanıyorum. (III) Yalnız onu biliyor ve ona tapıyorum. (IV) Geceler, ancak sizin gibiler için siyah yüzlü, siyah kaftanlıdır. (V) Sizin gündüzünüzün ışığı, benim gecelerimin nuruna karşı utancından yüzünü kapar.
İki kocakarı alay mutfağının arkasındaki arsada, ıslak toprağa karşılıklı oturmuşlardı... Teneke kutuları bomboştu. Yanı başlarında birkaç erkek köpek, birbirine geçmiş böğürleriyle, sinirli sinirli soluyarak uyukluyorlardı. Güneş sıcaktı... Kocakarılar, yama yama üstüne vurulmuş, kalın hırkalarını çıkardılar. Sivrilmiş omuz başları, içleri boşalmış kuru göğüsleri... Koltuk altları güneşte tatlı tatlı gidişti, uzun uzun kaşındılar... Sonra, hırkalarının kıvrımlarına saklanmış bitleri bulup bulup kırmaya başladılar. Sivri çenesinde üç siyah kıl fırlamış olanı:
- Bet bereket vardı anam... dedi, bet bereket vardı… Yiyeceğin sözü mü olurdu? O canım fasulyalar, nohutlar, böğrülceler... Ya pirinç pilavları?
Ötekinin bir gözü kördü.
- Doğru... diye başını salladı. Bet bereket vardı o zaman… İnsan karnını doyururdu da doldurur konu komşuya bile götürürdü...
- Ya karpuz kabukları! Nasıl kemirirdik?
- Eeeeh, o günler de günmüş. Allah bundan geri komasın, zere beterin beteri var!
- Bu askercikleri de ne demiye alıp götürürler sanki burdan?
- Harp varmış harp! Moskof gene kafa kaldırmış diyorlar!
Orhan Kemal, Ekmek Kavgası
Yukarıdaki parça 1940-1960 yılları arasında yazılmış --- bir hikâyeden alınmıştır.
Bu parçanın dil ve anlatım özellikleriyle ilgili olarak;
I. niteleyici sözcüklere,
II. ikilemelere,
III. terimlere,
IV. mecazlı anlatıma,
V. zıt anlamlı sözcüklere ve kavramlara yer verildiği söylenebilir.
…
Çocuk ilk avını getirip büyüklerinin önüne bırakıyor. Gözleri yerde, bekliyor. Oymak dedesi hayvanı yarıyor, kanından alıp çocuğun dokuz yerine sürüyor, usta elleriyle sağ bacağın en güzel kemiğini sıyırıp çocuğun eline veriyor, “Bundan böyle herkes seni şimdi vereceğim adla anacak.” diyor. “Adın... “ O sırada gök gürlüyor uzun uzun. Çocuk adsız kalıyor.
…
Ölüler her şeyi bilir; öğrenmenin yolu da ölmektir. Ölüp yok olan, ölülere karışan, yerin, suyun altına inip onlardan salık alan, gökyüzüne, onun da ötesine çıkıp ışığı, aydınlığı, bilgeliği oradan, çiçek derer gibi yanına alıp gövdesinin dağılmış parçalarını yeniden bir araya getirerek, tazelenip yeniden doğmuş gibi yeryüzüne dönerek insan arasına karışandır ki bilinecek her şeyi bilir.
Bilge Karasu, Avından El Alan
Bu parçadan hareketle modernist hikâyenin özellikleriyle ilgili olarak;
I. Çağrışım değeri yüksek sözlere yer verilir.
II. Geleneksel olana karşı çıkılır.
III. Toplumsal sorunlara çözüm aranır.
IV. İçsel yaşantılar ele alınır.
V. Millî kültür öğeleri benimsetilmeye çalışılır.
…
Çocuk ilk avını getirip büyüklerinin önüne bırakıyor. Gözleri yerde, bekliyor. Oymak dedesi hayvanı yarıyor, kanından alıp çocuğun dokuz yerine sürüyor, usta elleriyle sağ bacağın en güzel kemiğini sıyırıp çocuğun eline veriyor, “Bundan böyle herkes seni şimdi vereceğim adla anacak.” diyor. “Adın... “ O sırada gök gürlüyor uzun uzun. Çocuk adsız kalıyor.
…
Ölüler her şeyi bilir; öğrenmenin yolu da ölmektir. Ölüp yok olan, ölülere karışan, yerin, suyun altına inip onlardan salık alan, gökyüzüne, onun da ötesine çıkıp ışığı, aydınlığı, bilgeliği oradan, çiçek derer gibi yanına alıp gövdesinin dağılmış parçalarını yeniden bir araya getirerek, tazelenip yeniden doğmuş gibi yeryüzüne dönerek insan arasına karışandır ki bilinecek her şeyi bilir.
Bilge Karasu, Avından El Alan
Bu parçadan hareketle modernist hikâyenin özellikleriyle ilgili olarak;
I. Çağrışım değeri yüksek sözlere yer verilir.
II. Geleneksel olana karşı çıkılır.
III. Toplumsal sorunlara çözüm aranır.
IV. İçsel yaşantılar ele alınır.
V. Millî kültür öğeleri benimsetilmeye çalışılır.