11. Sınıf - Felsefe - 2. Ünite : MS 2. Yüzyıl - MS 15. Yüzyıl Felsefesi - MS 2. Yüzyıl - MS 15. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Testi - Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Farabi’ye göre, mutluluk insan ruhunun varlık bakımından kendisine dayanacağı bir maddeye ihtiyaç duymayacağı bir mükemmellik derecesine ulaşmasıdır. Bu dereceye bazısı fikri, bazısı bedeni eylemlerle ulaşır. Bunlar gelişigüzel eylemler değil, kesin ve belirli kabiliyet ve yetilerin sonucu olan eylemlerdir. Mutluluğun elde edilmesinde yararlı olan iradi eylemler, iyidir. Bu eylemlerin kendilerinden doğdukları kabiliyet ve yetiler de, erdemlerdir. Bunlar kendi özleri bakımından değil, mutluluğun kendisinden ötürü iyidir. Mutluluğa engel olan eylemler ise kötüdür.
O, İslam felsefesi denilince ilk akla gelenlerden biridir. İslam felsefesi, onunla bütün sorunlarıyla ele alınmış ve tam anlamıyla sistemleştirilmiştir. Aristoteles mantığı üzerine yorumları ve bağımsız araştırmalarıyla Grek mantık ve felsefesini kendisine bütünüyle yabancı bir kültürel atmosfere başarıyla monte etmiş olmasından ötürü, İslam dünyasında Aristoteles birinci öğretmen (muallimi-evvel) kabul edilir, o da ikinci öğretmen (Muallim-i sani) unvanıyla şöhret bulmuştur.
“Her karanlıkla uğraşıyor, her zorluğu yenmeye, her uçurumu aşmaya çabalıyor, her görüşü dikkatle araştırıyor, doğruya ulaşmış ile yanlışta kalmış olanı, dini bilgilerle sonradan türeyen bilgileri ayırmak için her öğretinin sırlarını keşfetmek istiyordum. Aynı şekilde, bir filozofun sadece felsefesinin aslını bilmeye çalışıyor, bir konuşmacının sadece sözünün ve mücadelesinin amacını öğrenmiş olmaya uğraşıyor, bir Sufinin iç temizliğinin sırrını öğrenmeye gayret ediyor, bir inançsızın sadece Tanrıyı inkar cesaretini gösterişinin ve inançsızlığının sebeplerini araştırıyordum.”
İbni Sina’ya göre, akli ruh, pratik ve teorik yetkinlik olmak üzere iki ayrı boyutuyla görünür. İnsanın kendini gerçekleştirebilmesi, nefsin kötülüklerden arınabilmesi ve sonunda hakikatin tam bir aynası olabilmesi için, pratik yetkinliğin gerçekleşmesi zorunludur. Akli ruhun pratik boyutu söz konusu olduğunda insana düşen, bitkisel ve hayvansal ruhları, bireysel ruhların bütünsel düzenine uygun olarak yönetmektir. Söz konusu parçalardan her birine, doğal eğilimlerine, istek ve arzularına hakkını vermektir. Bu gerçekleştiği zaman insan erdemli olur.
Gazali, din bilgini olarak büyük ün kazandığı bir dönemde, yaklaşık otuz beş yaşlarında, büyük bir bunalıma girer ve iç dünyasında köklü bir dönüşüm yaşar. Her şeyden kuşku duymaya başlayan Gazali, felsefe bir yana, dini ilimlerden de vazgeçer. Din adamlarının saatler süren tartışmalarının boşluğunu, yorumlarının kofluğunu görür. Bunun üzerine felsefeye daha bir dikkatle yönelen Gazali, akıl ile, sınırlı bir yere kadar gidilebildiğim, mutlak hakikata akıl ile ulaşılamayacağını fark eder. Gazali uzun bir inziva hayatından sonra kendini tasavvufa verir ve sonunda hakikatin ilhamla, derin tefekkürle kavranabileceğini öne sürer.
“Dileğini yapmak kudreti, ibadetin tuzudur, lezzetidir. Yoksa bu gökyüzü de ‘iradesiz’ dönüp durmada fakat dönüşünden dolayı ne bir sevaba girer ne de bir günaha. Çünkü hesap vakti sevap da iradi olarak yapılan işe verilir, azap dal."
Gazali’ye göre, Tanrı özünde bir olan, benzeri ve öncesi bulunmayan ezeli varlıktır. Bütün varlığın nihaî ve en yüksek, biricik nedeni olan Tanrı yine, varlığın yetkinliğine sahip bulunan biricik hakikattir. Varolan sadece O’dur; yalnız O haktır ve başka her şey asılsızdır. Gazali bu hakikati, akıl ile temellendirme yoluna hiç meyletmez, akıl ile bilinebileceğini söyleyenlere de şiddetle karşı çıkar ve aradığını gönül yoluna girmekte, mistik hayat tarzını benimsemekte bulur. Ona göre bu yol, dinin en canlı bölümünü meydana getirir, dini hayati tam bir hakikate dönüştürür.
Gazali, Tehafütü'l Felasife adlı eserinde, İlahiyatla ilgili problemlerin, dini konuların çözümünde aklın yetersizliğinden dolayı, bir Müslüman için en doğru tutumun bu gibi konuların çözümünde dini açıklamaları kabul etmek gerektiğini belirtir. Filozofların ilahiyatla ilgili konuların çözümünde ileri sürdükleri iddiaların kesin ve ikna edici argümanlara dayanmadığını, rasyonel olarak kanıtlanması mümkün olmadığı halde, ezeli evren ve zaman fikrini savunmakla, İslamın hür ve yaratıcı Tanrı inancından saptıklarını ileri sürer.
İbni Rüşd’e göre, dünya ve evren rastlantı sonucu oluşmamıştır. Evrendeki parçalan birleştiren, tutarlılık ve düzen veren güç Tanrı’dır. Evren kendisinde içkin olan Tanrı’nın sürekli yaratmasıdır. Tanrı kendi kendini bilmekle, nesnelerin özlerini belli bir düzen ve tutarlılık içinde yaratır. İşte nesnelerin varlık nedenleri bu özlerdir. Tanrı ise özlerin varlık nedenleridir. Varlığa düzen özlerden gelir. Nesne özden ayrı olamaz. Öz de nesneden ayrı olamaz. Dolayısıyla Tanrı sürekli yarattığı için varlıksız Tanrı, Tanrı’sız varlık da hiç olmamıştır.
İbni Rüşd’e göre, felsefe varlık kavramı altında toplanan her şeyi konu edinen bir etkinliktir. Dinin konusu ise felsefeden farklı bir gerçeklik alanıdır. Bu iki alan birbirini desteklemez, fakat ikisi de vardırlar. Birbirinden farklı iki alan olan Tanrı ve varlık, iki farklı etkinliği, iki farklı bilgiyi şart koşar, ibni Rüşd varlıkla ilgili bilme sürecine “insani bilme” der. Bu, duyu organları ve akıl ile gerçekleşen bilmedir. Tanrı ile ilgili bilme ise Tanrı’nın bilmesidir, insan doğal olarak Tanrısal bilmeyi tecrübe edemez. İbni Rüşd, Tanrısal bilmenin doğaüstü gerçeklik hakkında bilgiyi verdiğini belirtir.