11. Sınıf - Felsefe - 2. Ünite : MS 2. Yüzyıl - MS 15. Yüzyıl Felsefesi - MS 2. Yüzyıl - MS 15. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Testi - Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
“Vicdani anlayış, duygu yerine geçer. Her ikisi de bir arktan akar. Onun için bu anlayışa yap, yapma diye emir etmek, yasaklamak, onunla maceralara girişmek, söyleşmek yerindedir. Yarın bunu veya onu yapayım demek iradeye delildir. Yaptığın kötülük yüzünden pişman olman da iradene işaret eder; demek ki, kendi iradenle pişman oldun, doğru yolu buldun. Bütün Kur’an; emirdir, yasaktır, korkutmadır. Mermer taşa kim emir verir, bunu kim görmüştür.”
• İnsan kendi eylemlerini takdir etme ve yaratma gücündedir, bu eylemler üzerinde Allah’ın hiçbir etkisi yoktur.
•Tanrı sadece iyiliği yaratmıştır, kötülüğü yaratmamıştır.
• Akıl ile naklin yani vahyin çatışması durumunda öncelik aklındır; gerekiyorsa nakil aklın istekleri doğrultusunda yorumlanır
İslam felsefesinde çeşitli felsefi görüşler vardır. Bu görüşlerden biri, ayetlerin görünürdeki anlamlarını kabul etmez, gerçek anlamlarını ancak Allah ile irtibat kurabilen kişi veya kişilerin bilebileceğini savunur. Her görünenin bir gizil yanının, her ayetin bir anlamı bulunduğunu, bunu da sadece Tanrı tarafından belirlenmiş veya O’nunla irtibat kurmuş günahsız insanların bilebileceğini iddia eder. İbn Meymûn’un temsilcisi olduğu bu görüş, kutsal kitapların görünenden çok harf ve sözcüklerinden gizli anlamlar çıkarmaya çalışır.
İbn Tufeyl’e göre, Allah tasavvuru insan ruhunda doğuştan vardır. Fakat bu fikri açığa çıkarmak için eğilimleri ve ön yargıları olmayan bir akılla işe koyulmalıyız. Salt bir zihin, tecrübe, tefekkür ve vecd hali ruhta bulunan hakikatin apaçık ortaya çıkmasında rol oynarlar. ibn Tufeyl’in bilgi teorisinin özünü, tecrübenin akıl ile, aklın sezgi ile uyumu oluşturur. İbn Tufeyl, teorik aklın evrenin var olma bilmecesini çözemeyeceğini, tümevarımın sebep-sonuç arasında zorunlu bir bağ kuramayacağını, nedensellik bağının Allah’ın bir birleştirme fiili olduğunu öne sürer. Hakikate, tümevarım ve tümdengelim ile değil, ruhun disiplin altına alınmasıyla, vecd ile ulaşılacağını savunur.
ibni Sina’nın “Uçan Adam” metaforunda, insanı, boşlukta, aniden mükemmel bir şekilde yaratılmış, ancak bütün duyularından arındırılmış, çevre ile irtibatı kesilmiş biri olarak tasarlar. Bu temsilde İbni Sina, bütün duyularından arınmış böyle bir insanın, kendi varlığını bilerek, “varım” diyeceğini belirtmektedir. Ona göre böyle bir insan, varlığının farkına doğrudan doğruya, aracısız bir şekilde varmaktadır, ibni Sina bu konuda “varlık, ruhta herhangi bir araç ile değil, doğrudan doğruya tasavvur edilir.” demektedir.
Gerçek olan tek şey maddedir. Madde ezeli ve ebedidir. Dolayısıyla bu akım filozofları Tanrı’nın varlığını kabul etmez. Önde gelen temsilcisi İbnü’r Râvendi’ye göre, her şey zaman içinde kendi kendine var olmuştur. Dolayısıyla bir yaratıcı yoktur. Zamanın sürekliliğine savunan bu yaklaşım İslam felsefesindeki materyalistler olarak ifade edilir.
Evren, “ilk madde” denilen öğeden yaratılmıştır. Evren ezeli bir birlik, bütünlüktür. Yaratma, hareketten başka bir şey değildir; her hareketin bir konusu olduğuna göre, hareket de ezeli-ebedi olduğuna göre varlık ezeli ve ebedidir. Evrenin düzenindeki sürekli değişme, sürekli hareket demektir; bu da bir “İlk Hareket Ettirici”yi gerektirir ki, o da Tanrı’dır.
O, temelde İslam’a dayalı bir felsefe yapmıştır. Aristoteles felsefesinin İslam’a uymayan yanlarını reddeder ve Kur’an ile felsefe arasında çelişki olmadığını belirtir. İslam inancına, ahlakına önem veren filozof, felsefeyi, “hikmet sevgisi” olarak ifade eder ve “Felsefe insanın gücü ölçüsünde genel ve sonsuz şeylerin varlığını, nasıl ve niçin olduklarını, sebeplerini bilmesidir.” biçiminde tanımlar. Felsefeyi, nefsin yok edilmesi, insanın benliğini bilmesi, sanatların sanatı ve hikmetlerin hikmeti olarak gören düşünüre göre, felsefenin amacı her şeyi gerçekleriyle bilmektir.
“Deveci, bir deveyi dövse o deve, dövene kasteder. Devecinin değneğine kızmaz. Görüyorsun ya, deve bile iradeden bir kokuya sahiptir. Yine böylece bir köpeğe taş atsan iki büklüm olur da sana saldırır. Hatta seni bırakıp o taşı yakalarsa, ısırırsa o da yine sana olan kızgınlığındandır. Çünkü sen ondan uzaktasın, sana el atamıyor, onu ısırıyor. Hayvani olan akıl bile, iradeyi biliyor. Artık sen ey insani akıl, utan da irade yoktur deme.”
Farabi, felsefesine 'herkesin istediği şey hayırdır’ sözüyle başlar. Ona göre, mutluluk, hayırların en büyüğüdür; en mükemmelidir. Hayırların en büyüğü olan mutluluk, ‘Etkin Akıl’ ile birleşmekle gerçekleşir. Çünkü insan, kendisini anlamak için evreni anlamaya, evreni anlamak için de onun amacını anlamaya mecburdur. Evrenin amacını anlamak, mutluluk demektir. İnsanın kendisini ve evrenin amacını anlamaya çalışması, esasında felsefe yapmaktan başka bir şey değildir.