11. Sınıf - Felsefe - 2. Ünite : MS 2. Yüzyıl - MS 15. Yüzyıl Felsefesi - MS 2. Yüzyıl - MS 15. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Testi - Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Orta Çağ felsefesine göre, tikeller tümellerden daha az gerçektir. Tek tek nesneler tümellerden pay almak suretiyle varlığa gelirler. Orta Çağ felsefesi için yaşadığımız bu dünya gerçekten var değildir, gerçekten var olan öte dünyadır. Bu dünya gelip geçicidir, gerçek değildir; gerçekten var olan yalnızca tümelledir. Bu görüş, Hristiyanlığın asıl gerçekliğin aşkın bir öte dünya olduğu dogmasını güçlendirdiği gibi, Kilisenin dini ve kurumsal otoritesini de pekiştirir.
Eski Yunanda insan, bir mikro-kozmos olarak kendisinin bir parçası olduğu, özde anlaşılabilir olan makro-kozmosta yaşar. Orta Çağ insanı ise, yaratıcısından ayrı düşmüş bir varlık olarak kendisine yabancı bir evrende yaşamak durumundadır. Buna göre, Orta Çağ’da insan, doğal ve akli bir varlık değil, Tanrı tarafından yaratılmış, fakat tanrısal özünden ayrı düşmüş bir varlıktır. Bu insan için, bir tarafta aşkın, yaratıcı Tanrı, diğer tarafta ise kendisini Tanrı’dan uzaklaştıran, özüne yabancı bir varlık alanı bulunmaktadır.
Orta Çağ felsefesi, özneden hareket eden, bilimin gelişimine paralel olarak önce bilgi konusunu ele alan ve varlığı bilimin taleplerine göre sınıflayan ya da yorumlayan modern felsefenin tersine, önce zihinden bağımsız bir gerçekliğin varoluşunu kabul eder, daha sonra bu gerçekliğin bilgisine nasıl ulaşılabileceği konusunu ele alır.
Orta Çağ felsefesinde, insanların hata yaptıkları, “ezeli-ebedi ve kurtarıcı hakikati” kendi başlarına asla bulamayacakları öngörülür. İnsana kurtuluş yolunu ve hakikati Tanrı vahiy yoluyla bildirir. Yunanlı, ahlaklılığı bir toplumsal etik içinde ve mutluluk amacını gözeterek ele alırken, Orta Çağ’da ahlaklılık dinin bir parçası haline gelmiştir. Dolayısıyla etik, eski Yunan’da dünyevi ve toplumsal bir zemin üzerinde temellendirilirken, Orta Çağ’da teolojik bir düzlemde temellendirilir.
Orta Çağ’ın en önemli problemlerinden biri, Hristiyanlıktaki “ilk Günah” dogması üzerinedir. Bütün Hristiyanlar neden Hz. Adem’in günahına ortak olmak durumundadır? Nasıl olup da tek tek insanlar Hz. Adem’in günahından sorumlu tutulabilir? Bu noktada Hristiyan düşünürler, gerçekten var olan tek tek bireyler değil, tümel insandır; dolayısıyla tümelin başına gelen, onu etkileyen her şey, onun altında yer alan tikelleri de etkiler, bireyler de ondan pay alırlar biçiminde açıklarlar.
Hristiyanlık, başlangıçta, gerek Tanrı anlayışı gerek ahlak görüşü bakımından eleştirilmiştir. Hristiyanlıkla ilgili olan ilk literatür, bütün bu eleştiriler karşısında, bu yeni dinin, kendi kendini koruma gayretlerinden doğmuştur. Bütün bu gayretlerle Hristiyanlık, kendi prensiplerinin, esaslı felsefi görüşlere aykırı olmadığını da göstermeye çalışmıştır.
Felsefe, Orta Çağ’da teorik değil, pratik yönelimliydi. Ancak bu felsefi tutumun yanı sıra zaman içinde salt öğrenme için öğrenme bakımından bir istek de uyanıp gelişmiştir. Bu eğilim, önceleri inancın dokunulmaz alanlarına uzak alanlarda başlamış, sonra gittikçe yayılmıştır. Bu gelişme inanç ile bilimin sınırlarının ayrılmasına, felsefenin teoloji karşısında bağımsızlığını elde etmesine yol açmıştır. Böylelikle hipotez kuran, teori geliştiren, deney ve gözlem yapan, olgulardaki neden-sonuç ilişkisini araştıran, geçerli, kesin, nesnel nitelikteki bilgilere ulaşma yoluna girilmiştir.
Aquinalı Thomas, Aristoteles’in varlık görüşünden hareketle geliştirdiği kanıt, Tanrı’nın varoluşunu, şeylerin fail nedenleri olması ve fail bir nedenin sonucundan önce gelme zorunluluğu bulunmasından dolayı, hiçbir eylem ya da sonucun kendi kendisinin nedeni olamayacağı gözlemine dayanır. Aquinalı Thomas’a göre, fail nedenler zincirinde bir ilk neden olmalıdır. Bu ilk neden olmadığı takdirde, zincirdeki ilk adıma, daha sonraki halkaya ve daha sonraki adımlara neden olacak bir başlangıç noktası olamaz. Bu olmadığında ise son sonuçtan, yani dünyamızın bugünkü halinden söz etmek de mümkün olamaz. Öyleyse, doğanın bugünkü hali ve sonuçlar dizisi, bir ilk neden olarak Tanrının varlığını kanıtlar.
Orta Çağ felsefesinde her varlığın belirli yeri, buna göre de belirli bir değeri vardır. Varlıklar içinde Tanrı en tepededir, madde en alttadır, insan ruhu bu ikisi arasındadır. Akıllar veya melekler ise, insan ruhunun üzerinde, Tanrı’nın altında bir yerde bulunur.
Orta Çağ felsefesi, ilahi hakikatları anlama ve anlaşılır kılmada, problemlere getirdiği çözümlerde Yunan felsefesine bağlı kalmıştır. Burada yapılan iş, daha çok Antik Yunan felsefesinin yöntemini kullanarak, kendi temel kavramlarını işleyerek inancı temellendirmektir. Ancak, Antik Yunan felsefesinin dinamik bir yapı sergilediği yerde, Orta Çağ felsefesi benimsediği ve kendisine göre biçimlendirdiği felsefeyi, genellikle olmuş bitmiş, yetkin bir sistem olarak görmüştür.