11. Sınıf - Felsefe - 2. Ünite : MS 2. Yüzyıl - MS 15. Yüzyıl Felsefesi - MS 2. Yüzyıl - MS 15. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Testi - Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Aziz Augustine’e göre, Tanrı sevgisi ve öz sevgi olmak üzere iki tür sevgi vardır. İnsanlar, sevgilerini, kendileri de dâhil olmak üzere dünyevi, gelip geçici şeyler üzerine değil Tanrı’ya yöneltmelidirler. Bu, Tanrı’nın buna ihtiyaç duymasından dolayı değil, insanın ihtiyaç duymasındandır. İncil’de belirtildiği gibi insanlar cennette huzur içinde yaşamakta iken yasak meyveyi yiyerek Tanrının emirlerine karşı gelmiş ve dünyada çile çekmek üzere cennetten kovulmuşlardır. Dolayısıyla Tanrının bağışlamasına mazhar olabilmek için insanlar kendilerini Tanrı’ya adamalıdırlar.
Hristiyanlığa göre, bütün varlıklar, var oluşunu Tanrı’ya borçludur. Dolayısıyla insan hayatının tek anlamı da, Tanrı’nın istediğini yerine getirmektir. Evren Tanrının vahyidir. Vahiy de Tanrının irade ve özünün dile gelmesi olduğu için tek doğru olandır. Bu yüzden Hristiyanlık, Tanrı karşısında küçülmeyi, alçak gönüllü olmayı en yüksek erdem sayar. Kibir, kendini Tanrı'yla bir tutmak en büyük kötülüktür. Dünyadaki bütün otoriteler, Tanrısal iradenin yansımasıdır. Onun için ana-baba ve devlet gibi otoritelere itaat edilmelidir
Aristeides, Patristik felsefe içinde teolojinin bilinen ilk temsilcisidir. Tanrı’nın varlığına ilişkin birtakım argümanlar geliştirmiştir. Bu argümanlardan biri, dünyadaki düzen ve amaçlılığın, gücü her şeye yeten bir düzen vericiyi gerektirdiğini; dünya ile dünyadaki her şeyin ancak başka bir şeyin etkisiyle hareket edebileceğini, onun da, her şeyden daha kudretli olan Tanrı olduğunu vurgular.
Orta Çağ Hristiyan düşünürlere göre, Tanrı tarafından yaratılmış, Tanrı’nın kendi özünden yaratmış olduğu hiçbir yaratık kötü olamaz. Evet evrende acılar, hastalıklar, savaşlar, felaketler gibi kötülükler vardır. Fakat bunlar Tanrı’nın bir yaratması değil, iyiliğin yoksunluğundan kaynaklanır.
Bir ekmek, damak zevki bozulmamış birine lezzetli gelirken, damak zevki bozulmuş birine lezzetli gelmez. Gözleri sağlıklı birine ışık hoş gelirken hastalıklı gözlere acı verir. Bize hoş gelmeyen bir engerek veya bir solucan başka canlılarla uyum içinde bulunur. Dolayısıyla bir ekmek, bir ışık, bir engerek veya bir solucan sana kötü gelebilir, ancak kötü değil, aslında iyidir. Aynı şekilde adalet aslında iyidir, ancak dürüst olmayan kişiler adaleti kötü bulur.
“Tanrım, herhangi bir sevinçte mutluluğu bulma düşüncesi yüreğimden, senin önünde alçalan kulunun yüreğinden uzaktır. Bir çeşit sevinç vardır ki, o dinsizlere değil, sadece sana yürekten tapanlara verilmiştir. Çünkü sen bu sevincin ta kendisisin. Mutluluk işte budur! Mutlu yaşam senden, senin için, senin yüzünden sevinç duymaktır. Mutlu yaşam budur, başka bir şey değildir. Başka bir mutlu yaşam olduğunu sananlar gerçek olmayan bir sevincin peşinden giderler.”
Augustinus’a göre, Platon’u en iyi anlayan ardılları, kendisinde var oluşun nedenini, anlamanın nihai biçimini, kendisine göre tüm yaşamın düzenleneceği amacı barındıran bir Tanrı fikri geliştirmişlerdir. Bu Tanrı tasarımlarıyla da Platoncular Hristiyanlık inancına en yakın felsefeyi geliştirmişlerdir. Bu Tanrı, yaratılmış her şeyin yaratıcısıdır; bilinen şeylerin ve bilmenin ışığıdır; yapılması gereken şeylerin göstericisidir; doğanın kökeni, doğru öğreti ve mutlu yaşam onda bulunur.
Patristik felsefenin altın çağının önemli bir düşünürü olan Origenes’e göre Tanrı mutlak iyidir. Mutlak iyi olan Tanrı, atıl ya da eylemsiz olamaz; çünkü yayılmak, iyiliğin doğasında vardır. Dolayısıyla Tanrı evreni bu iyi oluşunun bir gereği ile yaratmıştır.
Augustinus, insanların yüzyıllardan beri hayatın nereden kaynaklandığını, öznenin yapısını tartıştıklarını, ancak her şey tartışmalı da olsa, kişi ne kadar şüpheci de olsa, kendisinden şüphe edemeyeceği en azından bir doğrunun olduğu sonucuna varır. Augustinus’a göre, insan kendi varoluşundan asla şüphe edemez. O, bu durumu, ne kadar şüphe edersem edeyim, şüphe ettiğim zaman, var olan biri olarak kendimin bilincinde olurum. Bunda aldansam da, yinede aldanabilmek için var olmam gerekir, biçiminde ifade eder.