11. Sınıf - Felsefe - 2. Ünite : MS 2. Yüzyıl - MS 15. Yüzyıl Felsefesi - MS 2. Yüzyıl - MS 15. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Testi - Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Augustinus’a göre, Dünya devleti ve Tanrı devleti olmak üzere iki tür devlet vardır. Dünya devleti, maddeye yönelen, Tanrı’dan çok yeryüzünü ve kendisini sevenlerin, ruhları, tensel ve duyusal isteklerinin hizmetine girmiş olanların bir araya gelerek kurdukları devlettir. Tanrı devleti ise, ruhsal yönlerini temele alarak yaşayan, Tanrı’yı sevenlerin birleştikleri devlettir.
Orta Çağ Hristiyan filozoflarına göre, biz insanların dış dünyada gördüğü felaketler, savaşlar, cinayetler, ahlaki bozukluklar, ancak ve ancak varlığın veya iyiliğin ya da olması gerekenin yoksunluğu olarak açıklanabilir. Aksi takdirde Tanrı’nın içinde kötülerin ve kötülüğün var olduğu bir dünyanın her şeyi bilen, kadiri mutlak, en yüksek derecede iyi yaratıcısı olduğu söylenemez.
MS. 2.- 8 . yüzyılı arası Orta Çağ, Hıristiyan felsefesinin ilk dönemidir. “Kilise Babaları” olarak da bilinen bu dönemde çoğu Hıristiyan filozof aynı zamanda din adamıdır. Bundan dolayı Kilise babalarının felsefesi olarak da ifade edilir.
Aquinolu Thomas, din ve felsefenin, vahiy ve aklın iki ayrı bilgi kaynağı olduğunu belirtir. Ona göre, vahyin öyle sırları vardır ki, bunlar aklın üstündedirler, aklın kavrama gücünü aşarlar. Örneğin, teslis, Tanrının insan suretine girmesi, evrenin 7 günde yaratılması gibi konular insanın anlama gücünün sütündedir. Aquinolu Thomas bu dogmaları akılla kavranılır yapmanın peşinde değildir; tam tersine inanmak için kavramak, bilmek istemenin peşindedir.
Tanrı’nın geleceği de kapsayan mutlak bilgisi, hiçbir alternatif olmadan her şeyi sınırlarsa, insanın karar ve eylemlerinde özgürlük olamaz. Ancak böyle bir kabul ise, insani işlerde büyük tahribata yol açar. Eğer her şey insanın iradesi dışında gerçekleşiyorsa, neyin gerçekleşeceğine dair kaçınılmaz bir zorunluluk varsa, iyiler için ödül, kötüler için ceza önermek boşunadır. Bu durumda adalet hiçbir şekilde gerçekleştirilemez. İnsanın bütün eylemleri, Tanrı’ya dayanıyor ve hiçbir şey insanın kararlarının sonucu olmuyorsa, yapılan kötülüklerden kimse sorumlu tutulamaz.
“Tanrım, sen çok yücesin, çok güçlüsün, her şeye kadirsin, çok merhametlisin ve çok adilsin, görünmeyensin ve her yerde hazır bulunansın. Çok kudretlisin, kavranamayansın, değişmeyen ve her şeyi değiştirensin, yenilenmeden, eskimeden, gençleşmeden, yaşlanmadan her şeyi yenileyensin. Her daim etkinsin, her daim sonsuz bir huzur içindesin; hiçbir şeye gereksinim duymadığın halde ürünlerini toplarsın. Bizi destekleyen, bizi ruhunla dolduran, koruyansın. Bizi yeniden yaratan, kelamla besleyen, kusursuzlaştıran sensin.”
iki adama askerlik mesleğini seçip seçmeyeceklerini sorsak, biri evet, öteki hayır diyebilir; fakat onlara mutlu olmak isteyip istemediklerini sorsak, ikisi de kuşkusuz mutlu olmak istediklerini söyler. Biri askerlik mesleğini istemekle öteki bunu reddetmekle, ikisi de aynı şekilde mutlu olmayı istemektedirler. Bu da mutluluklarını değişik yerlerde aramalarından ileri gelir.
Orta Çağ düşünürü Siger, Aristoteles’in evrenin öncesiz ve sonrasız olduğu düşüncesini benimser. Oysa Hristiyanlıkta evren, öncesiz ve sonrasız değildir. Siger, birbirine uymayan bu görüşlerin doğurduğu güçlükten kurtulmak için, akıl bilgisi ile inanç bilgisi olmak üzere “Çift doğru” olduğunu ileri sürer. Yine de Kilise, Siger’in yaklaşımını hoş görmez ve onu bu yüzden mahkum eder. Ancak bu düşünce Skolastiğin son döneminin ana görüşü olarak tekrar ortaya çıkar.
Augustinus’a göre, bilgide insan zihnini aydınlatan ışık Tanrı’dan gelir. Nasıl ki güneş ışığı, cisimleri, duyusal varlıkları görmek için gerekli aydınlığı sağlıyorsa, Tanrısal aydınlatma da ideaları, ezeli-ebedi doğruları zihin için kavranabilir hâle getirir. Zihin bu sayede, ışığın kendisini değil de, zorunlu ve ezeli-ebedi hakikatleri, onların özelliklerini görür; yaratılmış şeylerle, değişmez ve zaman üstü idealar arasındaki ilişkiyi kavrar.