11. Sınıf - Felsefe - 2. Ünite : MS 2. Yüzyıl - MS 15. Yüzyıl Felsefesi - MS 2. Yüzyıl - MS 15. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Testi - Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Aquinolu Thomas devlet öğretisinde, insan, Aristoteles’in belirttiği gibi toplumsal bir varlıktır. Devlet doğal bir zorunluluktur; Tanrının istemiş olduğu bir kurumdur; dolayısıyla devletin başındakilere itaat bir ödevdir. Devletin ereği, erdemli bir yaşayış için insanı yetiştirmektir; insanı sonunda Tanrı ile birleşmeye hazırlamaktır. Bu hazırlığa da başlıca Kilise aracılık ettiği için, Kilise dünya devletinden üstündür.
Ockhamlı William’a göre, gerçek, bireysel olan tek tek nesnelerden kurulmuştur. Tümeller, birbirlerine benzeyen şeylerden edindiğimiz genel anlamların işaretleridir. Ancak bireysel olanın gerçekliği vardır; dolayısıyla deney her türlü bilginin temelidir. Deneyle kontrol edilemeyen ruhun ölümsüzlüğü, Tanrının varlığı, birliği, sonsuzluğu kesin olarak kanıtlanamaz. Gerçeği aşan şeylerle ilgili bütün bilgilerimiz inanç önermeleridir. Elbette bu önermelerin de haklı olduğu yerler vardır. Ancak bunlar, Kutsal Kitaba ve Kilisenin geleneğine inanılarak kabul edilebilir. Ockhamlı VVİlliam’a göre, bunlardan biri diğerinin altına sokulamaz.
Duns Scotus’a göre, Tanrı istediği için “iyi" iyidir. Tanrı isteseydi başka bir ahlaki kurallar sistemi koyabilirdi. Dolayısıyla dindeki dogmalar da, Tanrının böyle olmasını istediği inançlardır. Duns Scotus bu yaklaşımıyla Tanrı’da iradenin akıldan önce geldiğini belirtir. Aynı şekilde insanda da irade önce geldiği için, Tanrının inayetini ve kurtuluşu insan kendi çabasıyla elde edebilir.
Tek tek nesneler gerçektirler. Bu tek tek nesnelerin oluşturduğu kavramlar ise bu nesnelerin içinde bulunmaktadırlar. Ne nesnelerden önce ne nesnelerden sonra vardırlar. Ancak nesnelerle birlikte, onların içinde bulunurlar.
Bir olguyu açıklayan iki teoriden karmaşık olanında yanlış bir şeyler bulunma olasılığı daha fazladır. Bu yüzden diğer her şey eşit olduğunda basit olanın doğru olma olasılığı daha yüksektir. Dolayısıyla, bir şeyi açıklamaya çalışırken her zaman varsaymamız gerekenin en azını varsaymalıyız. Var olanların sayısı zorunluluk olmadıkça artırılmamalıdır.
Skolastik yöntemde birtakım sorular sorulur, ardından sorulara verilen olumlu ve olumsuz bütün yanıtlar gözden geçirilir ve en sonunda bir sonuca varılır. Burada, aklı vahyin doğrularına uygun hale getirmek, inanç öğeleri ve konuları kavranılır kılmak esastır. Bir bakıma vahye karşı aklen ileri sürülebilecek muhtemel sorular ve gelebilecek itirazlar cevaplandırılır. Skolastikler bu yöntemi, kutsal metinlere, mantığa ve Aristoteles felsefesine uyarlamışlardır.
Abaelardus, “Kendini bil” adlı yapıtında, insanı, kendini tanımaya, ne olduğunu bilmeye, vicdanını araştırıp kendini bulmaya çağırır. Bu, o gün için çok modern bir tutumdur. Çünkü dünya görüşünde Tanrıyı her şeyin merkezi yapan Orta Çağ için esas olan, Tanrının söyledikleridir; dışımızdaki bu hiç şaşmaz otoritenin buyurduğudur. Abaelardus Orta Çağ’da ilk defa kendi içimizdeki bir otorite olan ahlak duygusuna, vicdana seslenir.
Anselmus’un Tanrı’nın varlığı ile ilgili ileri sürdüğü argümanında,, öncelikle “Tanrı” ile neyi anlatmak istediğimizi sorar. Ona göre, Tanrı, kendisinden daha büyük, daha yetkini düşünülemeyen varlıktır. İnsanda, böyle bir yetkin varlık fikri vardır. Daha sonra Anselmus Tanrı fikrinin yalnızca zihnimizde olan bir kavram olup olmadığını sorar. Acaba Tanrı bir kavram olarak zihnimizde olmasından başka zihnimizin dışında bir dış gerçekliği var mı, yokmu? Eğer Tanrı’nın yalnızca zihnimizde bir kavram olarak var olduğunu kabul edersek bu durumda, Tanrı yetkin olamaz; çünkü sadece zihinde olup gerçekte yoksa eksiktir. Bu durumda Tanrı’nın yetkin olmasının zorunlu bir gereği olarak Tanrı hem düşüncede hem de gerçekte vardır.
Anselmus, “Anlamak için inanıyorum” ilkesini benimsemişti. Bu ilkeye göre, vahiy bilgisinin akılla kavranılır olması önemlidir. Anselmus bu ilkeyle Hristiyan dogmalarını akılla kavranılır yapmak istemişti. Günümüz Katolik Kilisesinin resmi öğretisini oluşturan Aquinolu Thomas, bu ilkenin yerine “İnanayım diye biliyorum” ilkesini yerleştirir. O, bunu şu benzetmeyle açıklar: Felsefe ve bilim, inanç tapınağının ancak giriş holünü aydınlatabilir; tapınağın asıl içini aydınlatan vahiydir.
Hristiyan felsefesinin önemli problemlerinden birini “Tümeller Problemi” oluşturur. Tümel, belli bir sınıfın tüm bireylerini içine alan genel kavramları işaret etmek için kullanılır. Tümellerin ne olduğu ve nerede bulunduğu üzerine felsefede derin tartışmalar yapılmıştır. Bu tartışmaların sonucunda ortaya çıkan görüşlerden biri, tümellerin, insan zihninden ve insanın bilgisinden bağımsız bir biçimde var olduğunu savunur. Onlara göre, tümeller, onların bilincine varacak, bilgisine sahip olacak zihinlerin hiç var olmaması durumunda bile vardır