11. Sınıf - Felsefe : 3. Ünite : 15. Yüzyıl - 17. Yüzyıl Felsefesi - 15. Yüzyıl - 17. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Grotius, Rönesansın sonlarına doğru, doğal hukuku devletin temeli yapan düşünürdür. Onun doğal hukuk kavramı, belli birtakım hakların insanın doğasında bulunduğunu kabul eder. Bu haklar, insan doğası gibi her yerde, her dönemde aynıdırlar; her insanda, her toplumda birdirler; tarih içinde baskı altında bulunmuşlar ama hiçbir zaman tümüyle ortadan kaldırılamamıştır. Ancak, doğal hukuk kendisini gerçekleştirebilmek için devlet gücüne muhtaçtır. Kendisinden önce ve varoluşunun nedeni olan hukuku korumakla yükümlü olan devlet, hukukun koruyucusu ve garantisidir.
Skolastik felsefe dünyayı evrenin merkezi olarak kabul etmiş ve bu görüş, Orta Çağ Katolik Kilisesi tarafından bir inanç öğesi olarak benimsenmişti. Din açısından kabul edilmesi oldukça basit bu görüşü matematiksel olarak desteklemek pek mümkün olmuyordu. 16. yüzyılda Kopernik, yeryüzünü evrenin merkezi saymak yerine güneşi merkeze koyarsak karşılaşılan matematiksel güçlüklerin çoğunun çözülebileceğini ileri sürdü. Böylelikle gezegenlerin, diğer gök cisimlerinin hareketleri bir ölçüde açıklanabilecekti. Ancak Kopernik bu düşüncelerinin yol açabileceği sorunları bildiği için yayınlanmasını öldüğü yıl olan 1543’e kadar ertelemişti.
İtalya, Rönesans’ın ana yurdudur; modern Avrupa kültürünün doğmasına yol açan Rönesans akımı ilkin burada başlamış, sonra öteki Avrupa ülkelerine yayılmıştır. İtalya'nın Rönesans’ın beşiği olması bir rastlantı değildir. Orta Çağ sonlarındaki İtalya, her biri bağımsız birçok şehir-devletlerine bölünmüştü. İlk Çağ'daki Yunan polis-devletlerine benzeyen bu şehir devletleri arasında sonu gelmeyen savaşlar; bir Roma’nın, bir Floransa’nın, bir Venedik ya da Cenova’nın kendi sistemlerini geliştirmelerine yol açmıştır. Kısmen de demokrat yapılı olan bu şehirlerin her biri içindeki parti savaşları da, bireyi yeteneklerini geliştirmeye, kendine göre görüşler edinmeye zorlamıştır.
Orta Çağın sonlarına doğru yaygınlık kazanmaya başlayan anlayış şudur: Tanrının varoluşu, ruhun ölümsüzlüğü, evrenin yedi günde yaratılmış olması gibi Hıristiyanlığın dogmaları iman ile ilgili önermelerdir. Bunlara oldukları gibi inanılır, kanıtlamalarına kalkışmak boşunadır. Doğruluk tek yönlü değil, çift yönlüdür. Bilgi bakımından yanlış olan bir görüş iman bakımından doğru olabilir, iman bakımından yanlış olan da bilgi bakımından doğru olabilir, işte bu anlayış, Rönesansta felsefenin kendisini bulmasına, kendi bağımsızlığını kavramasına doğru büyük bir adım olmuştur.
Antik Çağın devlet görüşünü Rönesans’ın eğilimleriyle birleştirerek Yeni Çağın ilk devlet felsefesini geliştiren Machiavelli’dir. O, “Hükümdar” adlı yapıtında, kuvvete dayanan ulusal devlet tasarımında bulunur. Ona göre, bir devlet bütün gücünü ulustan almalı, karşısında ve üstünde Kiliseyi bulmamalıdır. Hukuk, din dogmalarından değil, doğrudan doğruya devletin özünden türetilmeli, Kiliseye bağlı olmaktan kurtarılmalıdır. Devletin başında bulunan kimsenin göz önünde bulunduracağı biricik amaç, devleti yaşatmak ve gücünü boyuna arttırmaktır. Devlet adamının bundan üstün bir ödevi olamaz; bu amaca varmak için kullanılacak her araç da meşrudur.
Orta Çağ felsefesi, Antik dünyanın ortaya koyup bir yere kadar işlediği sorunları bir sonuca ulaştıramamıştı. Rönesans bu sorunların işlenmesini aksatan engelleri ortadan kaldıracak, onlara taşıdıkları olanakları geliştirecek yolu açmıştır. Bu noktada Rönesans, ilkin yeni sorunlar ortaya koymamış, sorunlarını Antik Çağda bulmuştur. Öte yandan bu sorunları işleyişi de başlangıçta orijinal değildir. Rönesans düşüncesi, Antik kültür ile iyice tanıştıktan sonra kendi yaratılarını ortaya koymaya başlamıştır.
Rönesans döneminde keşfedilen kara parçalarında koloni kuran ulusların amansız rekabeti, denizciliği ve yolculukların daha doğru rotalarda yapılmasını, daha hızlı gemilere ve gemileri kontrol etmek için daha iyi aletleri gerekli kılmıştır. Bu bağlamda jeodezi, astronomi, haritacılık ve ilgili başka fizik bilimleri daha da gelişmiştir.
İçimizde bir doğa kımıldıyor; ona kulak verir, yasalarını kavrarsak, erdeme, dolayısıyla mutluluğa giden yolu da bulmuş oluruz. Çünkü erdem, doğaya göre yaşamaktır. içgüdülerimiz de, duygularımız da doğanın içindedir, onların burada yeri ve değeri vardır, bunlar olmasaydı hareketsiz kalırdık. Ancak bunların akılla ayarlanması gerek, yoksa şiddetli duygular bizi doğamıza aykırı yollara saptırırlar; doğaya uygun yaşamak ruh dirliğini sağlar.
Kopernik’in hesaplamalarında, Joachim Rhaeticus’dan yardım almıştır. Rhaeticus, Kopernik’e bir ziyarette bulunmuş ve onunla iki yıl geçirmiştir. O gün Kopernik Frombork katedralinde başrahip iken, Rhaeticus da VVitenberg Protestan üniversitesinde bir profesördü. Ancak Katolik ve Protestanları nefretin ayırdığı bir ortamda, bir başrahip ile Protestan bir matematikçinin bir arada kardeş gibi yaşayıp çalışmaları akıl almaz bir cesaret örneğidir.
Rönesans, insanı, bütünün renksiz bir üyesi olmaktan kurtarıp onu benliğinin özel renklerini bütün canlılıklarıyla ortaya koyar. Rönesansta yalnız tek kişi değil, insan grupları da bu yönde biçimlenme yoluna girmişlerdir. Bir insan topluluğu olarak ulus Rönesansta ortaya çıkmıştır. Evrensel Orta Çağ devletinin birer üyesi olan ulusların kendilerine göre bir dünya görüşleri olmadığı için, ne gelişmiş kültürleri ve dilleri ne de özgün sanatları vardı. Rönesansla birlikte bu durum değişir ve her ulus kendi dilini, düşüncesini, sanatını, siyasi yapısını özel renkleriyle geliştirmeye başlar.