11. Sınıf - Felsefe : 3. Ünite : 15. Yüzyıl - 17. Yüzyıl Felsefesi - 15. Yüzyıl - 17. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Biz, kendi gözlerimizle yeryüzünün ayaklarımız altında sapasağlam durduğunu; Ay, Güneş ve yıldızların da dünyanın etrafında dolandıklarını görüyoruz. Her gün yaptığımız bu gözlemlerden daha sağlam ne olabilir ki? Hemen herkes bu gözlem sonuçlarına hiçbir kuşku duymadan inanmaktadır. Buna karşın Kopernik getirmiş olduğu yeni öğreti ile her gün gördüğümüz olguları açıklayışımızın yanlış olduğunu, bunların duyuların bir kuruntusundan ileri geldiğini, bunun bizim bakış noktamızla ilişkili sübjektif bir görünüş olduğunu göstermiştir, işte Kopernik'in büyüklüğünü bu bakımdan değerlendirmek gerekir.
Galilei, yaptığı araştırmalarla Batlamyus kuramını çürütür. Merkezde dünya değil güneşin olduğunu, güneşin dünya etrafında değil, dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyler. Onun bu fikirleri, kilisenin hoşuna gitmez ve Galilei’yi Engisizyon Mahkemesine sevk ederler. Mahkeme, Galilei’nin tezinin felsefi ve dini bakımdan yanlış olduğuna karar verir. Galilei mahkeme tarafından bilimsel keşiflerinin sonuçlarını inkar etmeye zorlanır. Peki bu durum neyi değiştirdi? Onlar öyle dedi diye Güneş Dünya’nın etrafında mı döndü? Elbette hayır. Sadece Galilei’yi yargılayanlar biraz daha düzenlerini sürdürdüler, gözlerini kapatmaları hiçbir şeyi değiştirmedi.
Kopernik sistemi, Hristiyan Kilisesinin baştan beri savunduğu evren tasarımını yıkmıştır. Kilisenin anlayışına göre, evrendeki gelişmenin merkezinde insanlık tarihi bulunmaktadır. Evrenin varlık nedeni, insanlık tarihine bir sahne olması içindir. Güneş, Ay, yıldızlar, bitkiler, hayvanlar, bunların hepsi insan için vardır. Kilisenin otoritesinden silkinmeyi kendisi için başlıca bir tutum sayan Rönesans felsefesi, Kopernik sisteminin bu devrimci niteliğinden yararlanmış ve bu öğretideki Kilise anlayışına karşı görüşleri geliştirmeye çalışmıştır.
İnsan gördüğü rüyaların gerçek olmadığını iddia edebilir. Hatta daha ileri giderek yaşamın da bir rüyadan ibaret olduğunu söyleyerek yaşamının gerçekliğini de inkar edebilir. Ancak rüya gören kendi varlığını inkar edemez.
Kopernik’in öğretisinden çıkarılan sonuçlardan biri, doğa tablosunu insanın sübjektifliğine bağlı olmaktan kurtarmak olmuştur, ilk ve Orta Çağ’larda yer yuvarlağı gibi küçücük bir gök cismini koca evrenin merkezi yapmaya kalkışmak, doğanın nasıl kendi ben'imizin rengiyle boyanabileceğini çok iyi gösterir. Kopernik’in öğretisi sonrası yer yuvarlağı bir kum tanesi gibi küçük bir şey olmuş, dolayısıyla onu merkez saymak da pek mantıklı görünmemiştir.
17. yüzyıl birçok bilim insanının, sanat ve felsefenin büyük ustalarının yetişmesi nedeniyle bir “deha çağı” olarak nitelendirilir, insan dehasının böylesine tomurcuklanması yaratan neden veya koşullar nedir? Antik Yunan ve Orta Çağ boyunca kas gücü maharetlerine sahip oldukları için aşağı tabakada görülen zanaatçılara ve inşaat alanındaki yenilikçilere değer verilmesi, bu kategoride yer alan insanlar geleneksel güçlerden bağımsız bir sınıf haline gelmiştir. Bütün bunlarla birlikte girişimcileri ve tüccarlarıyla Avrupa toplumu, modern bilimin dinamik ve yenilikçi anlayışını her açıdan beslemiştir.
17. yüzyıl felsefesi Rönesans ile karşılaştırıldığında, çeşitliliği az, tek örnek, tek renk görünümündedir. 17. yüzyıl felsefesinde Descartes, Hobbes, Spinoza, Leibniz gibi çeşitli düşünürler ve bunların her birinin kendi başına ayrı ayrı sistemleri vardır. Fakat yine de bunların ortak noktaları daha çoktur. Bu durum nedeniyle 17. yüzyıl felsefesinin görünüm olarak İlk Çağ felsefesinden çok Orta Çağ felsefesine benzediği söylenebilir. Orta Çağ bütün anlayışlarını dine göre ayarlarken 17. yüzyıl felsefesi de kendisine matematik ve fiziği bilgi örneği olarak seçip rasyonalizme göre ayarlar. Bu yönüyle Orta Çağ felsefesinde de 17. yüzyıl felsefesinde de birlik ve kapalılık vardır.
Rönesans sonlarında hızla ilerleyen matematik fizik, doğanın yapısını matematik kavramlarla kavrayabileceğimizi göstermiştir. Bu anlayışta öyle doğa yasalarına varılmıştır ki, bunlar kesin kavramlara dayanırlar; bu kavramlar da zihinden türetilmiştir, doğadan çıkarılmamıştır. Demek ki, doğa ile akıl, nesne ile zihin arasında bir uygunluk vardır. Bu uygunluk da, 17. yüzyıl felsefesine göre, Tanrı’nın bir yandan bütün evrene, öbür yandan da insan ruhuna aynı ilkeleri yerleştirmiş olmasındandır. Dolayısıyla doğa, akıl ile kavranabilecek durumdadır. Buna inanan 17. yüzyıl felsefesi, yalnız doğanın değil; Tanrı’nın, ruhun, iyi ile doğrunun ne olduğu gibi felsefenin konularının da salt akılla bilinebileceğine güvenir.
Bacon’a göre, bilim adamı ne sadece rasyonalist ne de sadece empirist olmalıdır. Her ikisinden de gerektiği kadar olmalıdır. Sadece empirist olanı karıncaya benzer; toplar bir araya getirir, yığar; ama kendisi buna katkıda bulunmaz. Sadece rasyonalist olanı da örümcek gibidir. Yalnızca kendisinde olanı ortaya koyar dışarıdan bir şey almaz. Bilim adamı her ikisinin mükemmel örneği olan arı gibi olmalıdır. Hem dışarıdan malzeme almalı hem de kendisindekileri değerlendirmeli ve bir sonuca varmalıdır.
Rönesans, eskiyi ayakta tutan otorite ve geleneğe karşı bir ayaklanma, kültürün her alanında kendine özgü görüşleri ortaya koyma çabasıdır. Bu işi başarırken Rönesans, Antik Çağa dayanmış ve ilkin Antik Çağı, Orta Çağın eklentilerinden temizleyerek gerçek değerleriyle ortaya koymaya çalışmıştır. Ancak burada Antik Çağ düşüncesine kölece bağlanmamış, bu düşünceyi yeni bir dünya anlayışına varmak için değerlendirmiştir. Evet Rönesans, Antik Çağ okulunda yetişerek olgunlaşmış fakat kendine ait yeni ve bağımsız bir dünya görüşü ortaya koymayı hedeflemiştir.