10. Sınıf : Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi - 3. Ünite : Din ve Hayat Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Allah, son peygamberinin şahsında insanlığa “Oku!” (Alak, 96:1) diye seslenir. Bu sesleniş, “çevresini okuması” yani dinlemesi, izlemesi, anlaması için insana hatırlatmalarda bulunan bir İlahî kitabın ilk emridir. “Allah, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır. İşte bunda inananlar için bir ibret vardır.” (Ankebut, 29:44) Kâinata ibret nazarıyla bakan insan, öncelikle sadece kendisinin değil, diğer pek çok canlının da Allah’ı zikrettiğini, O’na secde ettiğini yani tek âbit ve ârif varlığın kendisi olmadığını fark eder.
Allah (c.c.), peygamber ve kitaplar göndererek insanlara dünya ve ahiret mutluluğunu kazandıracak bilgiler vermiştir. İslam dininin temel amacı insanların; Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaları, O’na ibadet etmeleri ve güzel ahlaklı bireyler olmalarıdır. İslam ahlakının temeli Kur'an ve sünnet kaynaklıdır. İslam ahlakı ahiret inancına dayanır ve evrensel ilkeler içermektedir. Güzel ahlaki tutum ve davranışlar adalet, dostluk, dürüstlük, öz denetim, sabır, saygı, sevgi, sorumluluk, vatanseverlik ve yardımseverliktir.
Müslümanlar tarihin her döneminde diğer dinlerin mensuplarıyla diyaloğa girmekten kaçınmamışlardır. Hz.Muhammed’in (s.a.v.) Medine’ye hicret ettiği zaman başta Yahudiler olmak üzere diğer din mensuplarıyla, aynı devletin çatısı altında birliktelik kurmuş ve bu birlikteliğin esaslarını yazılı hale getirmiştir. Yapılan “Medine Vesikası” anlaşması ile farklı dine mensup insanların hiçbirine baskı yapılmamış, aksine herkesin kendi dininin gereklerini rahatlıkla yerine getirmesine imkan sağlanmıştır.
Kur’an, farklı görüşlerin dinlenmesi ve en doğrusuna uyulmasını emreder. Bu nedenle İslam’da bir konuyu anlamadan ona ön yargılı davranmak uygun görülmemiştir. Bu hususta bir ayette şöyle buyrulur: “Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir, işte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.” (Zümer, 39:18)
İslam’ın bir taraftan özünü ve orijinalliğini koruma diğer taraftan sürekli değişim gösteren hayat olaylarına uyum sağlama zorunluluğu, bazı hükümlerin zamana, çevreye ve şartlara göre nasıl uyarlanabileceği sorununu gündeme getirir. Örneğin, astronomik gözlemlerin oruç ve namaz vakitlerine etkisi, organ nakli, tüp bebek, genetik kopyalama, hava yoluyla hacca gidenlerin ihram durumları, iletişim araçlarında yapılan akitlerde, mekanik ve elektronik şok ile kesim, hızlı ulaşım vasıtaları ve sefer hükümleri vb. İslam hukukçuları bu tür sorunlara çözüm aramaktadırlar.
"Ey mülkün sahibi olan Allah'ım , mülk senindir; sen onu istediğine verir, istediğinden alırsın." (Al-i İmrân , 3:26)
İslam dini, öğrenilmesi gereken faydalı bilginin kimden, ne zaman ve nerede elde edileceği konusunda bir sınırlama getirmemiştir. Peygamberimizin, Bedir savaşında esir alınan müşrikleri hürriyetleri karşılığında Müslüman çocuklarına okuma-yazma öğretmek üzere görevlendirdiği bilinmektedir. Yazı, dil, matematik vb. pozitif bilimleri öğretenlerin inanç ve zihniyetlerine bakılmaksızın onlardan istifade edilir. Bu kimselerin başka dinden olmaları, inanç, düşünce ve yaşayış tarzlarının Müslümanlarınkine ters olması, bir Müslümanın eğer istifade edecekse onlardan bilgi almasına engel teşkil etmez.
''Kim bir mümini bile bile öldürürse, onun cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona öfkelenmiş, onu lanetlemiş ve ona büyük bir azap hazırlamıştır." (Nisâ, 4:93) "… Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir kimseyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de bir kimsenin hayatını kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibidir. ‘’(Maide, 5:32)
Fatih Sultan Mehmet, Bosna Ruhbanlarına gönderdiği Ahitname’de “Söz konusu rahiplere ve kiliselerine hiç kimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara emnü eman olsun ki memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler; ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir.” demiştir.