11. Sınıf - Felsefe - 4. Ünite : 18. Yüzyıl - 19. Yüzyıl Felsefesi - 18. Yüzyıl - 19. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Montesquieu, siyasal özgürlüğün somut örneği olarak İngiliz yönetim sistemini gösterir. Bu sistem “anayasalcılık” olgusuna bağlıdır. Anayasadaki kuvvetler ayrılığı ilkesi ile iktidarın tek elde toplanması engellenmekte, erkleri birbirinin karşısına konarak denge sağlanmakta, sınırsız güç arzusuna engel olunmaktadır.
Montesquieu, yasa yapma ile yasayı uygulama gücünün aynı organda olmasının veya yargı yetkisi ile yasa yapma yetkisinin aynı organ tarafından kullanılması durumunda özgürlüğün ortadan kalkacağını ifade eder. Ona göre özgürlük yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrı kişi ya da organlar tarafından kullanılmasıyla olanaklı görür.
Özgürlüğü korumak için öyle bir toplum kurmalı ki, malımızı, canımızı koruyan üstün kuvvet, aynı zamanda bize, toplum dışında tek başımıza yaşadığımız günlerin bağımsızlığını da sağlayabilsin. Bu da, ancak bütün bireylerin, bütün haklarını topluma aktarmasıyla mümkün olacaktır. Tüm bireyler tüm haklarını topluma aktardığında, toplumu oluşturan bütün insanlar arasında tam bir eşitlik oluşacaktır. Her insan, bütün varlığını topluma aktardığı için, aynı zamanda bütünün bölünmez bir parçası olacak; bütün kişisel hakların bir arada toplanmasıyla oluşan bütünün çıkarları da, bireylerin çıkarları olacaktır.
Rousseau’ya göre, toplumu oluşturan bireylerin özel istek ve çıkarlarının, insan olmaktan kaynaklanan ortak bir yanı vardır. Özel istek ve çıkarların ortaklığı toplum boyutunda “genel istek”olarak, bu da pratikte “egemenlik” olarak belirir. Meşruluğunu bu genel istekten alan egemenliğin, kendine özgü özelliklerinden biri, halkın varlığı istemin varlığıyla gerçekleştiğine göre, kendi istemini bırakan, terk eden halk, halk olmaktan çıkar. Buna göre, milletvekilleri halkın temsilcileri değil görevlileridir, bütün işlemleri halkın onaylamasına bağlıdır; çünkü irade halktan koparılamaz.
“insan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur. Falan kimse kendini başkalarının efendisi sanır ama böyle sanması, onlardan daha da köle olmasına engel değildir. Bu değişme nasıl olmuş? Bilmiyorum. Bunu yasallaştıran nedir? İşte bu soruya karşılık verebilirim, sanıyorum."
Rousseau’ya göre, toplumun ve devletin kaynağı, temeli insanlar arasındaki sosyal sözleşmeye dayanır. Sosyal sözleşme sonucunda birey ile toplum arasında karşılıklı bir çıkar ilişkisi doğar. Bireyler sosyal sözleşme ile doğal özgürlüklerini ve isteyip elde edebilecekleri şeyler üzerindeki sınırsız haklarını kaybetmelerine karşılık, toplumsal özgürlüğü ve “elindeki şeylerin sahipliğini” kazanmaktadırlar. Bu sözleşme doğal eşitliği ortadan kaldıracak mıdır? sorusuna Rousseau, “Hayır” diye yanıtlar ve aksine, doğanın insanlara sunduğu maddi eşitlik yerine, manevi ve haklı bir eşitlik getirdiğini belirtir. Yani insanlar hukuk ve sözleşme aracılığıyla eşit olurlar.
Toplum sözleşmesinin amacı, sözleşmeyi yapanların korunmasıdır, insanlar doğa durumundan devlet düzenine geçince sözleşmenin sağladığı güvenli ortamda yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bu noktada kişi, gerektiğinde yaşamından başkaları için vazgeçmelidir. Öyle ki, bir yurttaş olarak ölmesi gerektiğinde ölmelidir. Çünkü bu zamana kadar güvenlik içinde yaşadıysa, bu doğanın koşulsuz bir armağanı değil, devletin koşullu bir armağanıdır. Devletin öldürme ve yaşamda tutma hakkını elinde bulundurması, sözleşmenin sağladığı yurttaşlık kategorisinin bir gereğidir.
Rousseau’ya göre,egemenliğin temelini oluşturan genel irade hata yapmaz, her zaman doğru yoldadır, haklıdır ve her zaman kamu yararına yöneliktir. Bunun nedeni egemenliğin millet iradesine dayanmasındandır. Buna göre, genel iradenin belirlenmesine katılan bireylerin görüşleri eğer genel irade ile paralellik göstermiyorsa bu noktada azınlıkta kalmışlardır, dolayısıyla tercihleri de hatalıdır.
Rousseau, akıl yasalarına uymanın özgür olmak anlamına geldiğini, bunun bir özgürlük kısıtlaması olmadığını belirtir. O, bu durumu “Özgür halk, itaat eden fakat köle olmayan halktır; şef vardır ama efendi yoktur; yalnız ve yalnız yasalara uyar ve yasalar sayesinde diğer insanların boyunduruğu altına girmez.” sözleriyle ifade eder. Rousseau, gerçek anlamdaki özgürlüğün kendi kendimize koyacağımız bir ahlak yasasına uymaktan ibaret olduğunu; dolayısıyla bencil çıkarlarımızı büyültmekle değil, başkalarıyla paylaştığımız çıkarları geliştirmekle özgür olabileceğimizi öne sürer.
Rousseau’ya göre, devlet öncesi dönemde insanlar; özgür, eşit ve mutlu bir yaşam sürdürmektedirler. Ama özel mülkiyetin ortaya çıkışı bütün dengeleri alt üst etmiş; zengin kesim ile yoksul kesim arasında çatışma çıkmıştır. Oluşan kaos durumunu kendi lehlerine çevirmek ve mülkiyetlerini korumak için bir güce ihtiyaç duyan zengin kesim, yoksullarla bir sözleşme etrafında birleşme istekleriyle, toplum sözleşmesinin temelleri atılmış ve böylece devletin kurulmasına ortam hazırlamışlardır. Kurulan devlet, görünürde herkesin can ve mal güvenliğini sağlıyor gibi gözükmesinden dolayı yoksullar kolayca ikna edilmekte; ayrıca, zengin kesim, yoksulların bir kısmını mülklerini korumakla görevlendirip kendilerini güvence altına almaktadır.