11. Sınıf - Felsefe - 4. Ünite : 18. Yüzyıl - 19. Yüzyıl Felsefesi - 18. Yüzyıl - 19. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Yoksullara, muhtaçlara yardım etmek her toplumda övgüye değer bulunan erdemli bir davranıştır.
Kant, insanda hiçbir duyuya benzemeyen bir yetinin, bir gücün varlığından söz eder. Bu güç duyulur bir yeti değil, aksine davranışlar için kural koyucu olan salt bir düşünce olan “pratik akıl”dır. Pratik akıl, davranışlarımıza yön veren yetimizdir. Bizde, var olanı bildiren teorik aklın yanında, bir de olması gerekeni bildiren pratik akıl vardır. Teorik akıl, akıldaki kategoriler ile deneyin birlikteliği sonucu bilgiye ulaşmakta, bunlardan biri olmadığı takdirde bilgi meydana gelmemekteydi. Ancak pratik akıl için böyle bir durum söz konusu değildir.
Kant’a göre, insan onuruna aykırı hukuki uygulamalar yasal olsa bile ahlaki değildir. Devlet sisteminde eğer ahlakın yeri yoksa, iktidar, yasal olduğu sürece insan haklarına aykırı uygulamalara gidebilir demektir. Kant, insanın sahip olduğu değerin mutlak olduğunu, dolayısıyla devletin insanın onuruna aykırı uygulamalarda bulunamayacağını öne sürer. Söz gelimi, devlet, toplumun huzuru ve güvenliği için bir veya birden fazla insanın canına kıyabilir mi? Kant’a göre, hayat hakkı insanın sahip olduğu mutlak bir değer olup, her ne sebeple olursa böyle bir uygulama ahlaki değildir.
Bir bakkalın çocuğu kandırmaması, ödeve uygundur fakat ödevden doğmayabilir. Eğer bakkal dürüst davranması mahalle sakinlerinden övgü almak içinse bu eylemi ödeve uygun fakat kaynağı ödev değildir. Eğer bakkal, tüm insanların böyle davranması gerektiğini düşünerek, insanlığı, kendinde ve başkalarında bir araç olarak değil, her zaman bir amaç olarak görerek davranıyorsa, bu eylemi ödevden doğmuştur.
Kant’ın ahlak anlayışına göre, boğulmak üzere olan bir çocuğu kurtarmaya çalışıyorsam, fakat kazara çocuk boğulmuş olsa da, bu eylemim doğru gerekçelere sahip olduğu için yine de ahlaki bir eylemdir. Yani eylemim her ne kadar çocuğun boğulması gibi trajik bir olayı beraberinde getirse de bu durum yapmış olduğum şeyin ahlaki değeriyle hiçbir ilgisi yoktur.
Eğer bir kaymakam yardımsever ve güler yüzlü olduğu duyulursa daha çok beğenileceği, daha çok sevileceğini, halkın övgüsünü alırsa belki daha üst makamlara gelebileceğini düşünerek böyle davranıyorsa bu eylemi ödeve uygundur fakat ahlaki değildir. Eğer kaymakam, yalnızca mesleğinin bir gereği olarak zaten yardımsever, güler yüzlü, sabırlı, anlayışlı, dürüst olması gerektiğini düşünerek böyle davranıyorsa bu eylemi ödevden doğan ahlaki bir eylemdir.
Kant’a göre, akıl sahibi bir varlık olarak insan, eylemlerinin belirleyicisi ve bu eylemlerinin uygulanması konusunda, onun bir yasa haline getiricisidir. Bütün bunları yaparken insan, yapma emrini bir başka yerden alan bir varlık değil, bu emri bizzat kendisinden alan bir varlıktır.
Kant’a göre, insan yaşamına yön veren buyruklar iki türlüdür Bunlar “koşullu buyruklar” ve “koşulsuz buyruklardır. Koşullu buyruklar pragmatik bir amaca yöneliktir. Koşulsuz buyruklar ise hem zorunlu hem de evrensel nitelikte olan kesin buyruklardır.
Bir insan mahkemede şahitlik yapması istendiğinde yalan söylememesi ödeve uygun olurken, ödevden doğan bir eylem olmayabilir. Eğer şahitlik yapan kişi kendisine bir zarar gelmemesi için, yalancı şahitliğin getireceği yaptırımlarla karşılaşmamak için böyle davranmış olabilir. Bu durumda yalan söylememesi ödeve uygundur fakat eylemi, ödevden doğan bir eylem değildir. Buna karşılık, şahitlik yapan kişi, günlük hayatta, kendisine yanlış bir şey söylediğinde bir yaptırımla karşılaşsa da, karşılaşmasa da, yani her durumda doğruyu söylüyorsa, bu eylem ahlaksaldır ve salt ödev duygusundan kaynaklanmaktadır.
Kant’a göre, yapı bakımından birbirinin aynısı olan iki eylem dışarıdan aynı gibi görünür ancak dayandıkları ilke bakımından taban tabana zıt olabilir. Bu ilkelerin birbirine zıt olduğu dışarıdan bakınca fark edilemez. Dolayısıyla eylemlerin değeri söz konusu olduğunda, Kant’a göre, eylemin arkasında duran istemeye ağırlık vermek gerekir. Eylemin arkasında duran istemenin “iyi” olması için, bu istemenin “etkilerinden ve başardıklarından dolayı değil, konan herhangi bir amaca ulaşmaya uygunluğundan da değil, yalnızca isteme olarak, yani kendi başına iyi olması gerekir.