11. Sınıf - Felsefe - 4. Ünite : 18. Yüzyıl - 19. Yüzyıl Felsefesi - 18. Yüzyıl - 19. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
“Yönetilenlerin tamamının yönetimde söz sahibi olması önemlidir. Siyasal meselelere katılımdan tamamıyla dışlanmış bir kimse vatandaş değildir. Fakat, herkes eşit söz hakkına sahip olmalı mıdır? Bu tamamıyla farklı bir önermedir ve kanımca açıkça yanlıştır. Kendisini ilgilendiren hiç bir meselede, işlerinin yönetimini daha az bilgi ve zeka sahibi biri yerine bunlara daha fazla sahip olan birisine bırakmayacak bir kimse yoktur.”
Bentham’a göre, bilimsel bir ahlakın dayanabileceği tek ve doğru çıkış noktası, insanın mutluluğunun sağlanmasıdır. İnsanın mutluluğu ise, iyiliği ve acıları birlikte yaşadığı diğer insanların eylemlerinden bağımsız değildir. Bu nedenle, diğer insanların eylemlerinin benim iyiliğime olması için, benim eylemlerimin de onların iyiliğine olması gerekir. Ahlaksal bakımdan doğru bir eylem, kişinin kendi özel ilgisinden çok toplumun genel mutluluğunu gözeten eylemdir. Bentham bunu, “En fazla sayıda insana en büyük ölçüde mutluluk sağlayan bir eylem, doğru eylemdir.” biçiminde ifade eder.
Hegel’e göre, her akılla ilgili olan gerçektir; her gerçek olan da akılla ilgilidir. Hegel’in burada sözünü ettiği akıl, insanı da, doğa dünyasını da, kültür dünyasını da, her şeyi oluşturan insan dışındaki temel varlıktır. Bu varlığı, bu evren ilkesini “Geist (tin)” terimiyle ifade eden Hegel, bütün varlığı, bu evrensel aklın kendini açmasıyla, taşıdığı olanakları ortaya koymasıyla açıklar. Bu oluş, bir “iç”in belli bir amaca doğru belli bir biçimde ilerleyerek “dışlaşması”dır. Bu gelişme biçimi, karşıtlıkları, çelişkileri ortadan kaldırarak yürüyen bir ilerlemedir ve ulaşmak istediği de, kendi bilincine varmak ve böylelikle özgürleşmektir.
Hegel’e göre, felsefe, objelerin düşünce ile görülmesidir. Bu düşüncenin kendi dışından gelecek gereçlere yani duyuların sağladığı bilgilere ihtiyacı yoktur; o kendi kendisinden beslenir, kendi kendisini işler; bilgisinin maddesini de, formunu da kendinde bulur. Felsefi düşünce varlığın özünü kavrar. Bu kavrama da düşünmenin kendi içinde çalışması, kendi başına işlemesiyle olur. Düşünmenin bu kendi içine bakmasıyla, varlığı upuygun olarak yansıtan kavramlar sistemi oluşur.
Voltaire’in Candide adlı yapıtının ana karakteri olan Candide, başlarda iyiliğin ve saflığın temsilcisidir. Voltaire yapıtta, cam fanusun içinde sürdürdüğü yaşamından ayrılıp gerçek dünyayla tanışan Candide’nin, yaptığı yolculuklar boyunca yaşadığı felaketler sonucunda iyimserlikten kötümserliğe dönüşmesini şöyle anlatır: “İnsanlar az da olsa mahiyetini kaybetmiş durumdadır, çünkü kesinlikle kurt olarak dünyaya gelmemişken kurt olmuş dürümdalar. Yaratan onlara ne yirmi dörtlü top, ne de süngü verdi, ama onlar birbirlerini öldürmek için süngüler ve toplar yaptılar. İflaslarla alacaklıları fakir bırakmak için iflas edenlerin mallarını ellerinden alan adaleti de bunlar arasına ekleyebilirim."
Bentham’a göre, eğer kişi kendisi için haz ve acıların değerini belirlemek istiyorsa söz konusu olan haz ve acının; yoğunluğuna, süresine, kesinliğine ve yakınlığına bakmalıdır. Eğer bir eylemin ahlakiliğini tahmin etme amacı güdüyorsa; haz ve acının saflığını ve verimliliğini de dikkate almalıdır. Eğer söz konusu olan bir insan topluluğu ise bu kez, haz veya acının kapsamını yani eylemden etkilenen kişi sayısı ne kadardır bunu dikkate almalıdır.
“İnsanın varlığını belirleyen bilinci değil, tersine, bilincini belirleyen ekonomik ilişkilerin örgülediği sosyal varlığıdır.”
Bentham’a göre, ne yapmamız gerektiğini yalnız acı ve haz gösterir. Doğru ve yanlışın ölçüsü de, neden ve sonuç zincirinin bağlayıcısı da bunlardır. Yaptığımız, söylediğimiz, düşündüğümüz her şey de bizi yönetirler. Üzerimizdeki yükümlülükten kurtulmak için harcadığımız her çaba onu kanıtlamaya hizmet eder. Bir kimse sözde acı ve hazzın egemenliğinde değilmiş gibi hareket edebilir fakat gerçekte tamamen onların hükmü altında olmaya devam eder. Fayda ilkesi bu ilişkiyi tanır ve kabul eder; onu, mutluluğu sağlayacak olan sistemin temeli olarak görür. Onu sorgulayan sistemler anlam yerine seslerle, akıl yerine heveslerle ve aydınlık yerine karanlıkla uğraşır.
J. S. Mill’e göre, insan doğası bir model doğrultusunda inşa edilmiş ve belirlenmiş kurallar çerçevesinde çalışan bir makine değil, kendi içsel gücünün eğilimi doğrultusunda gelişebilecek bir ağaç gibidir. Her bireyin potansiyel olarak benzersiz olduğunu belirten Mill’e göre insan doğası, farklı yönlerde gelişime açıktır. En bilge insan dahi bir başkasının potansiyelini göremez ve onun için en iyi yaşam biçimini belirleyemez. Mill’in insan anlayışında, bir insan belli bir oranda sağduyuya ve deneyime sahipse, yaşamını düzenlemesinde en iyisi kendi yolu olacaktır; bu onun başlı başına en iyi olmasından çok, bizzat bireyin kendi yolu olduğu için böyledir.