11. Sınıf - Felsefe - 4. Ünite : 18. Yüzyıl - 19. Yüzyıl Felsefesi - 18. Yüzyıl - 19. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Locke, bazı düşünürlerin savundukları, anlama yetisi tarafından başlangıçta kazanılmış halde olup kendisiyle birlikte dünyaya getirdiği birtakım doğuştan ilkelerin, birincil kavramların ve öz niteliklerin insan zihnine damgalanmış, kazınmış olduğu görüşüne karşı çıkar. Locke’a göre, insanların üzerinde uzlaşmaları, herhangi bir önermenin zorunlu olarak doğru olduğunu bize göstermez.
Kant, insan zihnindeki ideaların dış dünyadaki objelere birebir karşılık gelip gelmediğini ne akıl yürütme ile ne de gözleme dayalı olarak ispat etmenin mümkün olmadığını kabul eder. Buna göre bilgi, insan aklındaki idealar ile onun dışındaki dünyada var olan objeler arasındaki ilişki olarak tanımlanamaz. İnsanın bilgiyi elde etmesini boş bir levhanın doğaya tatbik edilmesi olarak betimlemeyi de doğru bulmaz. Kant bilgi elde etme sürecini, belli kalıplara sahip olan insan aklına doğanın tatbik edilmesi olarak görür. Yani insan duyu organları ile elde ettiği verileri, insan aklındaki kalıplara uygun şekilde tasnif eder. Bu çerçevede insanlar dünyayı insan aklının izin verdiği sınırlar ölçüsünde bilebilir.
Kant’a göre, fenomenler dünyası, duyu organları ve usun birlikte çalışmasıyla iyi kötü kavranmakta, bilinmektedir. Fakat metafizik nitelikte olan numen dünyası için duyular geçerli olmadığı gibi, usun duyulur dünyayı bilgiye dönüştüren malzeme ve yeteneği de geçerli olamamaktadır. Yani us, ancak düşünülür olan bu evreni güvenilir, sağlam ve zorunlu önermelere dönüştürmektedir.
Kocke’a göre, çocuklar, budalalar, ilkel ve bilgisiz insanların doğuştan gelen ilkeleri bilmeleri akla daha uygundur. Çünkü bunlar alışkanlıklardan, başkalarının görüşlerinden en az etkilenmiş kişilerdir. Dolayısıyla eğitim ve öğretim görmemiş bir çocuktan ya da ilkel bir orman adamından soyut ilkeleri bilmesini beklemek veya bu ilkelerin izlenimlerine sahip olduklarını düşünmek yanılgıya düşmekten başka bir şey değildir.
Zihinsel yetileri tam çalışan bir insan, hiçbir yaşantısı olmadan, bulutlara bakarak yağmur veya kar mı yağacağını, bir aslanın pençelerine ve dişlerine bakarak kendisini parçalayıp öldürebileceğini bilemez.
Kant’a göre, iki ayrı dünya vardır. Bunlardan biri, duyumlanan olgular, tekler dünyasıdır. Bu dünya, değişir, uzay ve zaman içindedir, nesneler ve bu nesneler arasında belirli yasalara göre işleyen ilişkiler vardır. Kant'ın sözünü ettiği ikinci dünya, uzay ve zaman dışıdır, değişme yoktur,kendinde şeylerdir, duyumsal değildir. Bunların varlığı usla, düşünce ile ulaşılabilir fakat neliği us tarafından kavranamaz. Kant’a göre bu dünya, özü gereği bilinemez.
“Var olmak algılanmış olmaktır.”
Hume’a göre, zihinde yerleşik olan ideler, herhangi bir izlenime yönelip onun üzerinde durduğumuzda sonradan oluşan bir tür bilgidir. Hume insanlarda bulunan Tanrı inancını da böyle açıklar. Ona göre Tanrı idesi, insanın, “bilgelik”, “iyilik”, “büyüklük” gibi birtakım nitelikleri sınırlarının dışına yayıp genişletmekle elde eder.
“Aydınlanma, insanoğlunun kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini göstermeyen insanda aramalıdır. ‘Aklını kendin kullanmak cesaretini göster!' sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır.”
Göklerin ve yeryüzündeki cisimlerin meydana getirdiği bu koronun, dünyanın muazzam yapısının, onların varlığını algılayacak ya da bilecek bir zihin olmadan hiçbir mevcudiyeti yoktur; dolayısıyla, bunlar benim tarafımdan algılanmadığı sürece ya da benim veya yaratılmış başka bir ruhun zihninde var olmadığı sürece, ya hiç var olamazlar ya da bir ezeli-ebedi ruhun zihninde varlık gösteriyorlardır.”