11. Sınıf - Felsefe - 4. Ünite : 18. Yüzyıl - 19. Yüzyıl Felsefesi - 18. Yüzyıl - 19. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
“Tam gelişmiş ve bizimle aynı doğada olan bir kimse birdenbire dünyamıza aktarılmış olsaydı, büyük sıkıntılara uğrar ve nesnelere hangi düzeyde sevgi, nefret, kibir vb. tutku yüklemesi gerektiğini kolay kolay bulamazdı.”
Locke, yasayı yapan ve yürütenlerin aynı kişiler olması halinde, bunun siyasal toplumun çıkarına değil, yönetenlerin çıkarına bir yönetim olacağını ifade eder. Bu nedenle yasama ve yürütme iktidarının aynı ellerde olmaması gerektiğini belirtir.
Locke’a göre insan hakları; yaşam, hürriyet ve mülkiyet olmak üzere üç kategoriye ayrılır. O, bireyin özgürlüğünü ve temel haklarını güvence altına almayı, siyasal iktidarın sınırlandırılmasını savunur. Bu doğrultuda, bireyin karşısındaki özgürlüğünü kısıtlayıcı engelleri kaldırmayı ve temel haklarını korumayı amaçlar. Toplumu oluşturan bireyin varlığını toplumdan üstün gören Locke, buna gerekçe olarak bireyin ve haklarının toplum oluşmadan önce var olmasıyla temellendirir.
Locke’cu siyaset felsefesinin hareket noktası, “özgürlük” ilkesidir. Bu ilke özgürlüğü, devletten, otoriteden bağımsız olmaya bağlı olarak açıklar ve görür. Rousseau ise, özgürlüğün yalnızca “yönetilmemek” ve “müdahale edilmemek” olarak anlaşılması gerektiğine karşı çıkar ve devleti, özgürlüğü gerçekleştirecek bir otorite olarak görür. Ona göre, devleti küçültmek yerine ona yeniden biçim verilmesi gerekir.
Rousseau'nun toplum sözleşmesi kuramına göre, meşru iktidar ancak anlaşma yoluyla kurulmuş olabilir. Bireyler, canları ve mallarını korumak için bir araya gelir ve özgürlüklerinden vazgeçmeksizin bir toplumsal bütün oluştururlar. Böylece her birey bütünüyle topluma bağlanmış sayılır ve herkes aynı durumda olduğu için bütünü oluşturan her parça “eşit” kabul edilir. Bireylerin oy birliğiyle oluşan bu devlet, bütün halinde bir genel iradedir. Bütüne katılan bireyde, bundan sonra yasaları kendi koyacağı için kendi koyduğu yasalara uyarak özgürleşecektir.
Locke, sosyal sözleşme teorisyenlerine göre önemli bir problem olan, sözleşmenin sürekli olarak yürürlükte olmasının doğru olup olmadığı üzerinde durur. Bir baba tarafından yapılan anlaşmanın çocukları bağlamayacağını belirten Locke, bu problemi, örtük rıza-açık rıza ayrımı yaparak çözmeye çalışır. Ona göre, bir kimse, toplumun bir üyesi olma yolunda açıkça rıza beyanında bulunuyorsa burada bir sorun yok; asıl sorun, örtük rızanın sınırlarını belirlemektir. Eğer bireyler toplum içerisinde yaşamayı sürdürecek eylemlerde bulunuyorsa, bu örtük rızanın varlığını gösterir. Sözleşmenin sürekliliği de örtük rızanın varlığına dayanır.
"En güçlü gücünü hak, boyun eğmeyi de ödev biçimine sokmadıkça, hep egemen kalacak kadar güçlü değildir.”
Rousseau için, özel istenç bireye, genel istenç yurttaşa işaret eder. Yani birey olmakla yurttaş olmak birbirinden ayrı şeylerdir. Genel istençte yurttaş; kişisel görüşlerini ve çıkarlarını bastıran, kendini bütünün ayrılmaz bir parçası olarak gören ve salt ortak iyiliğe yönelen bir kimsedir. Devleti de ortak iyiliğe yönlendirmek genel istencin işidir.
Rousseau’nun devlet görüşünde yasama sınırsız bir güce sahiptir ve halkı temsil eder. Dilediği her konuda tasarrufta bulunabilir. Rousseau, yürütme ve yargı faaliyetlerinin farklı organlarca yürütülebileceğini, ancak bunları yürütenlerin sadece yasamanın birer memuru olacağını söyler.
Locke’a göre, devletin olmadığı durumda, her bireye mülkiyetini hak tanımaz kişilere karşı savunma ödevi yükleyen bir doğa yasası vardır. Ancak doğa yasası bireyin hakkını korumada yetersiz kalabilir, öte yandan bireyler saldırganları cezalandırma ve zararlarını tazmin ettirme hususunda hakkaniyet ölçülerini aşabilir. Dolayısıyla hem hak tanımaz kişilerin saldırılarını daha etkin şekilde önlemek hem de bireylerin saldırganları cezalandırma ve zararlarını tazmin ettirmede hakkaniyet ölçülerinin dışına taşma olasılığının önüne geçebilmek için, bireyler bazı kurallara uymak üzerinde karşılıklı olarak uzlaşıp anlaşmalarıyla önce sivil toplumu daha sonra devleti kurarlar ve cezalandırma hakkını tamamen siyasal otoriteye devrederler.