11. Sınıf - Felsefe - 4. Ünite : 18. Yüzyıl - 19. Yüzyıl Felsefesi - 18. Yüzyıl - 19. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
“Bireye adalet ve adaletsizliğin ne olduğunu belirleme hakkını vermiyorsak, bu büyük sorunu hangi makamın önünde savunabiliriz? Nerede? İnsanlığın önünde. Buna sadece insanlık karar vermeli, çünkü herkesin iyiliğinin dışında bir arzusu yoktur. Bireysel iradeler kuşkuludur; ya iyi, ya kötü olurlar. Fakat genel irade her zaman iyidir. Hiçbir zaman yanıltmamıştır ve bundan sonra da yanlış yönlendirmeyecektir... Bireyin ne derece insan, vatandaş, uyruk, baba veya çocuk olması gerektiğini ve ne zaman ölüp, ne zaman yaşaması gerektiğini bilmesi için genel iradeye başvurması gerekir. Tüm yükümlülüklerin sınırlarını belirlemek genel iradenin işidir.”
Rousseau, toplum sözleşmesi ile bir araya getirdiği insanları, doğa durumundaki kadar özgür olmalarını sağlayacak şeyin genel irade ile eylemek olduğunu bildirir. Oy birliğiyle yapılan sözleşmede, herkes kendi özgür iradesi ile toplumu ve devleti yaratacak yasaları belirleyecektir. Ortaya çıkan kolektif bütünün iradesine, bazı koşulları taşımak kaydıyla, herkes uymakla yükümlüdür. Her yurttaş genel iradenin oluşumuna bizzat katılacağı için toplumu yöneten yasalar bu iradenin ürünü olacaktır.
Rousseau’ya göre, doğa durumundaki vahşi insanın ilkel ve yalnız yaşamı, uygarlığın yarattığı konforlu ortamdan çok daha iyidir. Vahşi insan, iyi ve kötünün ne olduğunu bilmediği için henüz iyi veya kötü değildir; masum, özgür ve bağımsızdır. Uygar toplum, insanların birlik, barış, özgürlük ve eşitlik içinde birlikte yaşadıkları doğal durumdan; birbiriyle rekabet eden, kendini düşünen, diğer insanlara bilinçli olarak zarar verebilen bir eşitsizlik durumudur. Dolayısıyla, sözde uygar olarak ortaya çıkan bu toplum, insanların özgürlüklerinin elinden alındığı, keskin eşitsizliklerin olduğu bir düzenden başka bir şey değildir.
İnsanın toplum sözleşmesiyle yitirdiği şey, doğal özgürlüğü ile isteyip elde edebileceği şeyler üzerindeki sınırsız bir haktır. Kazandığı şeyse, toplumsal özgürlükle, elindeki şeylerin sahipliğidir. Bu denkleştirmede yanılmamak için, sınırını kişinin gücünde bulan doğal özgürlüğü halkın oyuyla sınırlı toplum özgürlüğünden; kaba gücün ya da ilk oturma hakkının bir sonucu olan elde bulundurmayı, gerçek bir yetiye dayanan sahiplikten ayırt etmek gerekir... Yani insanın toplum halinde elde ettiklerine, insanı kendi kendisinin efendisi yapan manevi özgürlüğünü ekleyebiliriz: Çünkü salt isteklere uymak kölelik, kendimiz için koyduğumuz yasalara boyun eğmekse özgürlüktür.”
Rousseau’ya göre, başkalarının zararına kendi yaşamını korumak isteyen, gerektiğinde yaşamını onlar için gözden çıkarmalıdır. Ayrıca, yurttaş yasanın ‘Atıl!’ dediği tehlike üstüne yargı yürütemez; hükümdar da, devlet için çıkar yol senin ölmendir, dediği zaman, yurttaş ölmek zorundadır. Çünkü o zamana kadar güvenlik içinde yaşadıysa, bu koşulun gölgesinde yaşamıştır; dolayısıyla yaşamı yalnız doğanın bir nimeti değil, devletin koşullu bir armağanıdır.
Kant’ın sağduyulu bir yaklaşımla ortaya koyduğu eleştirel felsefe, pozitivist bilim anlayışının etkisiyle pozitivist felsefeye dönüşmüştür. Bu bağlamda Comte’un pozitivizmi, metafiziğin imkanı konusunda Kant’tan daha ileri bir pozisyonu benimser. Kant metafiziğin hiç olmazsa ahlaki bir değeri olduğunu kabul ederken, Comte onun böyle bir değerinin de olmadığını belirtir. Comte’a göre, metafizik, insanlığın geride bıraktığı bir aşama olup, onun yerini pozitif bilim almıştır.
Rousseau’a göre, sözleşmeyle toplum üyelerinden her biri, bütün haklarıyla birlikte kendini baştan başa topluma bağlar. Bu durum, herkes için geçerli olması bakımından özdeştir. Toplum sözleşmesiyle her birey, bütün varlığını genel iradenin emrine verir ve her biri bütünün bölünmez bir parçası olur. Rousseau, böylece toplumun bir ‘tüzel kişilik’ edindiğini; kurucuları olan insanların, bu tüzel kişilik içerisinde 'ortak' işlevini gerçekleştirdiklerini ve bu kişilerin bir birlik olarak “halk”, egemen gücün birer üyesi olarak tek tek “yurttaş”, devletin yasalarına boyun eğen kişiler olarak da “uyruk” konumunda olduklarını belirtir.
Rousseau’ya göre, toplumsal düzen, özgürlükleri korumak için yasaya boyun eğmeyi gerekli kılmaktadır. Ama bu sözü edilen yasa, herkesin istencini temsil ettiği ölçüde ancak mümkün olabilir. Böyle olduğu takdirde, insan yasaya uymakla kendi istencine de uymuş olacaktır; kendi istencine uyan insan da özgürlüğü kaçınılmaz olacaktır.
“İnsanlar sadece bir tek kişinin yapabileceği işlere, bir çok elin katılmasına gerek göstermeyen sanat ve hünerlerle özenle çalıştıkları sürece doğalarının olanak verdiği kadar özgür, sıhhatli, iyi ve mutlu yaşadılar; kendi aralarında bağımsız bir ilişkinin zevklerini tatmaya devam ettiler. Fakat bir insanın yardımına gereği olduğundan beri, bir kişinin iki kişiye yetecek kadar yaşama araç ve gereçlerine sahip olmasının yararlı ve kârlı olduğunun fark edildiği andan beri, eşitlik kayboldu, mülkiyet işe karıştı, çalışma zorunlu oldu; geniş ormanlar insan teriyle sulanması gereken, köleliğin ve sefaletin derhal filiz verip ekinlerle birlikte arttığı hoş ve güleç kırlar haline geldi.”