11. Sınıf: Felsefe - 5. Ünite : 20. Yüzyıl Felsefesi - 20. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Testleri
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Bergson’a göre, akıl nesneleri dışarıdan ve durağan bir şekilde bilmeye çalışır. Bu yoldan elde edilen bilgi, gözlemciye göre, bakış açısına göre, durulan yere göre değişir. Buna karşın sezgi ile, özne kendisini herhangi bir bakış açısının getirdiği sınırlamalara bağlı kalmadan, nesneyi gerçekte olduğu gibi kavrar. Bergson, bu iki ayrı bilme tarzının birincisini donmuş, katılaşmış, oluş ve yaratma ile bağları koparılmış madde ve nesne alanını geometrik esaslara dayalı olarak, gözlem yoluyla bilmeye yönelen zeka olduğunu, İkincisinin ise hayat, oluş, yaratma yani süreyi bilmeye yönelen sezgi olduğunu ifade eder.
Kari Jaspers’a göre, kendi özgürlüğünün bilincine varan insan, kesinlikle Tanrı’ya ulaşır. Çünkü özgürlükle Tanrı birbirinden ayrılamazlar. Kendi varoluşunun bilincine varan insan Tanrı ile birlikte vardır. İnsan ancak onun varlığına dayanarak insan kendi varlığını gerçekleştirebilir.
19. yüzyılda ve 2 0. yüzyılın başlarında bilimin temel kabulü, Nevvton fiziği ve doğayı bir mekanizmanın parçaları olarak gören maddeci bir düşünceydi. Bu düşünce, doğadaki her varlığın şaşmaz doğa yasalarına göre hareket ettiğini, bu nedenle tam bir kesinlikle açıklanabileceğini varsaymaktaydı, insanı da düzenli işleyen kozmik makinenin bir parçası olarak gören bu anlayış, insanın özgürlüğünü, sorumluluğunu, ahlaki fail olma statüsünü ortadan kaldırmaktaydı. İşte Bergson ve Whitehead; doğanın salt madde olup olmadığı, maddeden çeşitli varlıkların nasıl çıkabildiği, zekanın bu mekanik düzeni akıl yürütme yöntemleriyle kavrama imkanı, somut hayat deneyiminin cansız doğa ile açıklanıp açıklanamayacağı ile ilgili sorular sormuşlardır.
Sartre’a göre, insan önce var olur. Bir geleceğe doğru atılan ve bu atılışın bilincine varan bir varlık olarak ortaya çıkar. Bir yosun, bir karnabahar ya da çürümüş bir nesne değildir o; öznel olarak kendini yaşayan bir tasarıdır.
Tarihsel metinler yalnızca geçmişin dokümanları değildir; bugünü anlamak için çıkarımlar yapılmalı, yorumlanarak anlaşılmasına çalışılmalıdır. Gerek Gadamer’in belirttiği insan ufkunun genişlemesinde gerek Dilthey’in belirttiği yaşanan her dönemin kendi tinselliği olması bakımından her dilin kendine özgü oluşturduğu anlamlarını kavramada, o tarihsel dönemin veya tarihsel bir olayın tinsel yapısının o dile yüklediği anlamlarına bakılması gerekir. Böylelikle bir metni doğru anlama olanağı bulunabilir.
Dilthey’e göre, bir eseri anlamak ancak yorumcunun, eserin yaratıcısının yerine kendini koymasıyla mümkündür. Eğer yorumcu yaratıcının yerine kendini koyarsa aynı tinselliği paylaşır, yani yorumcu ve yaratıcının yaşantısı içinden esere bakar ve böylelikle gerçek anlam mümkün olur.
Bergson’a göre iki çeşit bilme vardır. Birincisi, bir şeyin etrafında dolaşmayı, İkincisi ise ona katılmayı, ona girmeyi gerektirir. Birincisinde sembollerle nesnenin bilgisine ulaşmaya çalışılırken, İkincisi hiçbir görüş ve sembole dayanmaz. Birincisi göreceli iken İkincisi mutlaktır. Bergson, mutlak olanı, nesnenin içine nüfuz edildiğinde yakalanabileceğini söyler. Semboller ve görüşler kişiyi nesnenin dışında bırakırlar ve ona, gerçekten nesneye ait bulunmayan şeyi verirler. Oysa gerçeğin özünü vücuda getiren şey, ne dışarıdan farkına varılabilir ne de birtakım sembollerle ifade edilebilir.
Whitehead’a göre, bütün doğa yeni bir yaratma ortaya koymak için el birliği ile çalışır. Bu bağlamda olaylar, diğer olaylar içine girerler, daha büyük çapta olayların elemanları olurlar; her tek olay, bütün diğer olaylarla ilgilidir; objelerin değişmesi içinde olaylar birbirleriyle kesişirler ve bir örgü meydana getirirler. Her şeyin birbiri ile bağlantılı olduğu evrende, bir şey, öteki şeylerden tamamıyla soyutlanamaz. Dünya kendini bize, bizimle aynı derecede aktüelliğe sahip olan diğer aktüel varlıkların birlikteliği olarak sunar. Bütün her şeyin bir akış halinde olduğunu ifade eden VVhitehead felsefesinde süreç, varlığın özünü ve asli yönünü ifade ettiği için, varlıkta asıl olan her zaman için hareket, oluş, dinamizm, akışkanlık ve işleyiştir.
20 . yüzyılın başlarında felsefi bir yöntem olarak kullanılmaya başlayan “hermeneutik” kavramı, adını Yunan mitolojisindeki tanrı Hermes’ten alır. Hermes, tanrısal buyrukları ölümlülerin diline çeviren tanrıdır. Hermes’in bu işi, hermeneutik etkinliğin doğasını belirlemektedir.
Hepimiz kendimizi çeşitli eylemleri seçmeye sahip olduğumuz durumlarda bulmuşuzdur: Bu akşam yazılı kağıtlarını okuyabilirim, televizyonda bir film seyredebilirim veya yeni aldığım bir romanı okuyabilirim. Birbiriyle çatışan arzuların her birinin beni farklı yönlere çekmesiyle karar vermenin ağırlığını hissediyorum. Kierkegaard “o an için seçme”yi kişinin bütün hayatı için seçim yaptığı ‘‘mutlak seçim” ile karşılaştırır. Eğer sınav kağıtlarını okumaya karar vermişsem, bu kararım benim kendimi öğretmenliğe adadığımı, sorumluluk bilincimi de gösterir.