11. Sınıf: Felsefe - 5. Ünite : 20. Yüzyıl Felsefesi - 20. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Testleri
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Heidegger’e göre, birey kalabalıklar içinde sürüden biri gibi yaşayıp, kendi kararlarını almazsa, “Ben kimim? Varlık nedir?” sorularını sormazsa kendine yabancılaşır. Heidegger insanın bir şekilde kendini dünyada bulduğunu, bilinmeyen bir güçle dünyaya fırlatıldığını söyler. Ona göre burada olmayı biz seçmediğimiz için bu, bir zorunluluktur, bir yüktür. Bu dünya bu yüzden bize yabancıdır. O yüzden bu dünyada kendimizi evimizde, yurdumuzda, güvende hissetmeyiz, aksine yabancı ve korumasız hissederiz.
Bir metni anlama, metin yazarının zihinsel süreçlerinin yeniden deneyimlenmesi anlamına gelir. Bu da, metni oluşturan ifadelerin anlamları ile bu ifadelerin oluşturduğu metnin tamamının içinde ortaya çıkar. Bir başka deyişle, bir tekil düşünce ya da ifade anlamını, kendisinin de ait olduğu bağlam bütününden alır ve bu bağlam bütünü de bu tekil öğelerin anlam kazandırdığı bir bütündür.
Kierkegaard, bir bireyin nasıl bir yaşam sürmesi gerektiği sorusuna kolektif, sosyal bir yaşama dayalı çözüm önerisini reddeder. Her bir birey kendi hayat yolunu kendi seçmeli ve takip etmelidir. Hayatımızı nasıl yaşayacağımızı yönlendirecek mutlak doğrular, mutlak değerler yoktur. Aksine her birey neyin uğrunda yaşamaya ve ölmeye değer olduğuna kendi karar vermelidir. Kierkegaard’a göre, bilim ne kadar başarılı olursa olsun, hiçbir zaman hayatımızı nasıl yaşamamız gerektiği konusunda bize bir şey söyleyemez.
Evren akıl ile anlaşılabilir bir yapıya sahip olan bir gelişme içinde olmayıp, özü itibarıyla anlamsızdır. Evrenin rasyonel bir tarafı yoktur, evreni anlamak insana özgü bir olaydır. Dolayısıyla evrende, insanın hazır bulduğu ahlak kuralları da olamaz; çünkü ahlaki ilkeler, kendi eylemleri dışında, başka insanların eylemlerinden de sorumlu olan insan tarafından belirlenmiştir. Kısaca insan, önce var olur daha sonra kendisini tanımlayıp, özünü ve değerlerini ortaya koyar.
"Bir insan bir at arabasında oturur ve dizginleri tutar ama at alıştığı yol boyunca sürücünün herhangi bir etkin denetimi olmaksızın yol alır ve sürücü uyuyor bile olabilir. Başka bir insan atını etkin olarak yönetir ve yönlendirir. Bir anlamda iki insanın da sürücü oldukları söylenebilir.”
Sartre’a göre, özgürlük bireyin bilinçli ve amaçlı tasarımları çerçevesinde kendini oluşturmasıyla ortaya çıkar. Başkalarının yargılarına göre hareket eden kişi hem kendi varoluşuna hem de özgürlüğüne karşı duyarsız kalır. Bu durumda kişi başkalarını değil, yine kendisini suçlamak zorundadır. Çünkü kendi kararıdır ve yaptığı her şeyden yine bir tek kendisi sorumludur. Sartre’a göre, iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış her hamlemizin sorumluluğu bizdedir. Çünkü insanın var oluşunu sağlayan en önemli öge kendi iradesidir. Nasıl bir hayat yaşayacağını iradesiyle seçer, herhangi bir seçimde bulunmamışsa bu da onun seçimidir.
Sartre için varsa yoksa an vardır. Sadece ve tek şimdi adını verdiği o sürekli olarak yeniden doğan, hemen doldurulan varlık önemlidir. Onu ilgilendiren tek konu geçmişten sürekli kopmadır. Şimdiye anlam ve değer yükleyen genellikle geçmiştir. Geçmişin şimdiye giderek geleceğe biçim veren bir itiş gücü vardır. Sartre’da ise geçmiş artık hiçbir şey değildir. Artık bir önemi yoktur. Ne bir ağırlığı vardır ne bir şey ister. Sartre “şimdi burada olduğum ben, ne olacağıma bağlıdır. Dolayısıyla şimdiye de geçmişe de gücünü anlamını tadını veren odur” der.
Kierkegaard’a göre, inanılan şeyin kendisinden çok nasıl inanıldığı önemlidir. Ben bir şeye bütün varlığımla bağlanırsam, eğer bütün hayatımı onun uğruna verebileceksem, o zaman o benim için doğrudur. Neyin doğru olduğu o kadar önemli değildir.
“Herkesin olmaya çalıştığım şey olmasını arzuluyorum, onun da samimiyetle ve gerçekten kendi olmasını.”
İnsan içinde bulunduğu yabancı ve devinimsiz dünya karşısında yapayalnız ve özgür olduğu için boğuntu ve tedirginlik duyar. Tanrı olmadığına göre bir din yaşantısı, bir öte dünyaya sığınma umudu yoktur. İnsanı tasarlayacak bir Tanrı bulunmadığına göre demek ki bir insan doğası da yoktur. İnsan varoluştan sonra kendini nasıl görüyorsa, bu varoluşa doğru atılıştan sonra kişiliğinin nasıl olmasını istiyorsa öyle olacaktır.