11. Sınıf: Felsefe - 5. Ünite : 20. Yüzyıl Felsefesi - 20. Yüzyıl Felsefesi - Ünite Tekrar Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Hegel’e göre, tarihteki gelişmenin taşıyıcısı “Objektif Tin”, “Evrensel akıl”dır. İnsanın içgüdüleri, tutkuları gibi aşağı türden maddi öğeler “Objektif Tin”in amaçları uğrunda kullanılan araçlardır. Kari Marx’a göre, tarihin ilerleyişi insan doğasının alt tabakalarından, içgüdülerinden, ihtiyaçlarından başlar. Yani insanlık tarihinin belirleyicisi ekonomik üretim ilişkileridir. Bu üretim ilişkileri kültürün bütün formlarının ve değişmelerinin temelidir. Toplumun üretim ilişkileri ile kültürü, “altyapı” ve “üstyapı” biçiminde, neden-sonuç olarak birbirine bağlıdırlar. Kısaca, ekonomik ilişkilerin değişmesi, ideolojik, hukuki, siyasi, dini ve felsefi bilinç formlarının değişimine neden olur.
“Ben bir köylünün veya bir tüccarın oğluyum. Sıcak bir memlekette veyahut karlı bir dağda büyüdüm. Çelimsiz veya güçlü kuvvetliyim. Bütün bunlar benim elimde olmayan şeylerdir. Ama ben benim dışımda var olan ve beni dışarıdan çeviren bu şartlara karşı istediğim şekilde hareket edebilirim. Onlarla öğünebilirim veya onları iğrenç bulabilirim. Onları kabul etmek, benimsemek gibi onlara karşı isyan etmek de elimdedir. Onları ben seçmedim ama onlara karşı almak istediğim tavrı ben seçebilirim. Onların sorumluluğunu ben yükleniyorum. Geçmişte ben fena bir öğrenciydim. Okuldan kaçar stadyuma giderdim. Bugün artık bu maziyi değiştirmek mümkün değil, ama ona karşı tavır ve hareketlerimi değiştirmem mümkündür.”
insanın tasarımı, değerleri var eder. İnsan kendi kendisine terk edilmiş olduğu için, tamamıyla sorumludur. Eğer herkes tarafından kabul edilebilecek evrensel doğrulardan söz edeceksek, insanı durağan, koşulların ya da kaderin piyonu olarak görmek durumundayız demektir. Çünkü evrensel doğrular değişmez ve herkes için aynıdır. İnsan için tasarlanmış belli sabit bir öz onu bağımlı kılar, hiçbir şeye değilse de kendinde taşıdığı öze bağımlı kılar. Oysa kişiyi sorumluluktan kurtaracak bir kader ya da herkes için tasarlanmış sabit, değişmez bir öz yoktur. İnsan bir olanaklar bütünüdür ve her durumda bir seçim arefesindedir.
Marx “Kapital” isimli yapıtında, işçilerin emeklerinin karşılığını alamadığını, her zaman aldığı ücretten fazla mal ürettiklerini, işverenlerin emek hırsızlığı yaptığını anlatmaktadır. Marx’a göre, işçilerin emeği sonucunda ortaya çıkan artı değer, işçi sınıfının cebi yerine işverenin cebine girmekte bunun sonucunda işverenler gün geçtikçe zenginleşirken, işçi sınıfı emeğini daha ucuza satmaktadır. Marx, bu durumdan kurtulmanın tek yolu olarak, devlet düzeninin değiştirilip üretimin kamulaştırılması ve işçi sınıfı devriminin gerçekleştirilmesini görmektedir.
Sartre’a göre, önce insan vardır, şu ya da bu olması daha sonradan gelir. İnsan bir şekilde dünyaya düşmüştür, belli bir amaç uğruna ve belirli bir öze göre yaratılmış değildir. Bir şekilde kendini dünyada bulan kişi, kendi varlığını eşyanın varlığından ayırdıktan sonra, bilinç sahibi oluşunun özelliği ile, dünyayı, nesneleri ve diğer insanları belirler, anlamlandırır. Öncelikle özünü belirler, nasıl olacağını belirler ve bir birey olarak ortaya çıkar, sonrasında da toplum içinde başka benlerle yaşayan toplumsal bir kişi olmanın getirdiği sorumluluk bilinciyle “seçme özgürlüğü”nü eline alır ve yaptığı seçimlerle kendini var eder.
Marx’a göre, her iş ya da iş aktı bireyin diğer insanlara yönelik belirli bir tavrını içermektedir. Kapitalizmde iş olgusu, diğer olgular gibi normal bir araç olarak görülür. Marx için iş olgusu, insan olmanın özel bir edimi olup, sadece biyolojik ihtiyaçları gideren fiziksel bir edim değildir, işçi ile işveren arasındaki iş aktı, bireyin ürettiği şeye ters düşüp giderek kendini ürettiği şeylerin kölesi olmasıyla sonuçlanır. Çünkü asıl üretici olan işçi ürettiği üründen elde edilen kâra ortak olmadığından onu kendisine ait hissetmez. Gerçekte üretmek işçiye güç kazandırması gerekirken ürettiklerini hep başkasına kaptırmasıyla nesne mahiyet kaybetmekte ve işçi karşısında bağımsız bir güce dönüşmektedir.
Sartre için geçmiş, olmuş bitmiş, bizden kopmuş, nesnel bir gerçekliği olan bir şeydir; onu değiştirmek mümkün değildir. Fakat geçmişimizden utanmak ya da ondan dersler almak, onu gizlemek ya da onunla gurur duymak, onu nasıl anlamlandıracağımız ya da onu nasıl kabullenip yaşayacağımız ile ilgilidir. Aynı şekilde başkasının bakışı ile nesne durumunda konumlandırılmış olabilirim, fakat o bakışa bir karşılık vermek ya da bakışı önemsemek beni bağlayan bir şeydir.
Kökenlerine ilk Çağ’da Demokritos’la birlikte rastladığımız materyalizm düşüncesi, o günden bugüne farklı düşünürlerce farklı biçimlerde savunulmuştur. Bu düşüncenin 20. yüzyılda önde gelen iki temsilcisi Marx ve Engels’tir.
Sartre’a göre, eşyanın planlı bir varoluşu vardır. Bu varoluş, onu ortaya koyan öznenin önce zihinde özünü, kullanış amacını, biçimini belirleyip sonra imal etmesindendir. Öznenin kendi varoluşu ise, bilince gerek duymayan, taş gibi, sopa gibi varlıkların varoluşu gibi değildir. Örneğin, şu masa, şu mürekkep hokkası belirli bir plana göre, belli bir amaç için vardır; kısaca özleri önceden belirlenmiştir. Buna karşın masayı veya mürekkep hokkasını yapan kişinin üzerinde, onun özünü belirleyecek kendinden başka bir bilinç, bir güç yoktur.
“Varlığın projelerim üzerinden ve araç olarak kullandığım ve geliştirdiğim nesnelerle olan ilişkilerim üzerinden kurulması anlamında dünyada olmam, dünyada aynı şekilde var olan başkalarıyla birlikte olmamı da gerektirir. Bu noktada, yine, başkalarının varlığı yalnızca tesadüfi değildir ama bir gerekliliktir; varlığımın yapı taşlarından biridir ve onun içindedir. Berber olarak berberin müşterisiyle, iğne olarak iğnenin hem iplik hem de kumaş ve terzi ile bir arada olmasının gerekliliği gibi. İnsan olmanın doğası müşterek olmaktır; insanın varoluşu paylaşılan bir varoluştur ve günlük deneyimlerimizin sosyal olarak birbirine bağımlılığı başlangıca dairdir ve kurucudur. Kendime dair tam bilincim ve kendimi doğrulamam, başkalarına dair bilincimden doğar.”