12. Sınıf: Türk Dili ve Edebiyat - 2. Ünite: Hikaye - Cumhuriyet Dönemi ( 1923 - 1940 ) Hikayesi - Test Çöz - testler burada seni bekliyor. Hadi sen de şimdi testleri çöz, hem eğlen hem de kariyer yolculuğunda kendini keşfet.
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Ömer Seyfettin kuşağından olduğu hâlde, öyküleriyle hiç ona benzemeyen sanatçı, halkın içinden, ilgi çekmeyen kişileri ve onların önemsiz görünen davranışlarını konu alır; onların yaşayışlarını gülünç, iyi ve kötü yönlerini size sevdirerek tanıtır. Bütün kişileri sevimlidir: onların düzensizliklerini bile hoş göstermeyi başarmıştır. Öykülerindeki kişileri çevremizde görmüş, tanımış gibi oluruz. Romanlarından çok, öyküleri ile tanınmıştır. “Çehov tarzı" hikâyeciliğin temsilcisidir.
Nasıl başladı, ne vakit başladı, bilemiyorum. Ama ilk belirtiler, dokuz yaşımda iken patlak verdi. Misafirlerle bahçede oturuyorduk. Yaşlı bir zat saati sordu. Aksi gibi, kimsede saat yoktu. Eniştem içeri, saate bakmaya koştu. Ben o aralık:
- “Üçü yirmi geçiyor” diyivermişim.
Bu tutturuşa, önce kimse şaşmadı. Boğazda, geçen vapurlara bakıp zamanı bazen dakikası dakikasına kestirmek mümkündür. Görünürde vapur filan olmadığı anlaşılınca gözler fa! taşı gibi açıldı:
- “Peki, ama nasil bildin?”
- “Bilmem" dedim. “Dilimin ucuna geliverdi işte.”
Rahmetli halam:
- “Tesadüf a canım” dedi. “Attı tuttu işte. Olmaz mı böyle şeyler?”
Öbürküler de:
- “Ever dediler. ‘Tesadüf. Ama bu kadar olur yani.”
Bu durumda normal bir insan ya kulaklarının sağır olduğuna yahut da sapıttığına hükmederdi. Bense, o an öldüğümü anladım. Doktor, “Ölmedin” diyor. “Ölsen bunları yazabilir misin?” Artık doktorlara da inancım kalmadı. Değil mi ki saatlerin sesini alamıyorum. Değil mi ki içimdeki pandülü duyamıyorum. Ne derlerse desinler, ben artık durmuş bir saatim. Hem kim bilir, belki de en doğru saati asıl şimdi gösteriyorum.
Sinağrit Baba, kayasının kenarında durmuş, lacivert âlem içinde hafifçe yakamozlanan oltalarla cıvalı zokalardan aydınlanan saray meydanı seyrediyordu. Oltalar gitgide çoğalıyordu. Sinağrit ve mercanlar şehrinin göbeğinde şimdi tatlı tatlı sallanan on beş tane fener vardı. Ötede kovuklardan mercan balıkları çıkıyor, fenerlerden birine hücum ediyor, budalaca yakalanıyorlardı. Gözleri büyümüş bir hâlde yukarıya çıkarlarken dönüp tekrar aşağıya kadar geliyor, yukarı ki dünyayı görmeye bir türlü karar veremiyorlardı. Sinağrit Baba’ya büyüyen gözleriyle “bizi kurtar şu lanetlemeden," der gibi bakıyorlardı.
Cumhuriyetin ilanından sonra toplumcu gerçekçi anlayışla hikâye, roman ve şiir türünde eserler verdi. Olay hikâyesi geleneğini kendine özgü, farklı bir tarzla sürdürdü. Cumhuriyet’in ilk yıllarında edebiyatta görülen köye ve köylü yaşamına ve sorunlarına yöneliş, onun eserlerinde önemli bir yer tuttu. Yazar; yakından tanıdığı köy ve kasaba insanlarının mizacını, yaşayışını, sorunlarını eserlerinde konu edindi. Hikâye ve romanlarında halk dilini ve folklor öğelerini başarıyla kaynaştırarak canlı, akıcı bir üslup sergiledi.
• Anton Çehov
• Sait Faik Abasıyanık
• Memduh Şevket Esendal
Gene düşünmeye koyuldu. Bir aralık dikkat etti: Öteki beriki, kadın ve erkek müşteriler, serginin önünde durup pazarlık ediyorlar ve çok defa uyuşup eşyayı eksiğine alarak memnun gidiyorlardı... Fakat Ebu Ali bu işe alışkın değildi; ömründe çarşıda bir mala ilk müşteri oluşuydu. Bir de içinde ufak bir düğüm duruyordu: Niçin bu adamlar o güzel fenere - kibritsiz yanıp ışığı tükenmeyen, is ve duman vermeyen fenere - alıcı çıkmıyorlardı.
Sinağrit Baba, kayasının kenarında durmuş, lacivert âlem içinde hafifçe yakamozlanan oltalarla cıvalı zokalardan aydınlanan saray meydanı seyrediyordu. Oltalar gitgide çoğalıyordu. Sinağrit ve mercanlar şehrinin göbeğinde şimdi tatlı tatlı sallanan on beş tane fener vardı. Ötede kovuklardan mercan balıkları çıkıyor, fenerlerden birine hücum ediyor, budalaca yakalanıyorlardı. Gözleri büyümüş bir hâlde yukarıya çıkarlarken dönüp tekrar aşağıya kadar geliyor, yukarı ki dünyayı görmeye bir türlü karar veremiyorlardı. Sinağrit Baba’ya büyüyen gözleriyle “bizi kurtar şu lanetlemeden," der gibi bakıyorlardı.
Ara sıra otomobil herhangi bir sebeple yavaşlar gibi olunca delikanlı yüzünde zapt edemediği bir dehşet ifadesiyle yerinden fırlıyor, “Acaba duracak mı? Para toplamaya mı başlayacak?" diyor; araba tekrar hızlanınca derin bir nefes alarak yerine çekiliyor ve atlamak için kati kararını veriyordu. Fakat nasıl atlayacak? Bu kamyon, bu gitgide gözünde büyüyen, bütün hislerine alışamadığı ve ezici tesirler yapan korku makinesi kendisini bir kıskaç gibi yakalamıştı. Buradan kurtulmasına imkân olmadığını sanıyordu. Gözleri alev alev olmuş, dört tarafına bakınıyor, etrafındaki köylülerin, ön sıralarda oturan efendilerin hep kendisine baktıklarını, biraz kımıldasa yakasına yapışacaklarım zannediyordu. Alnında yanaklarına doğru terler akıyor ve şakaklarındaki ayva tüylerini ıslatıyordu.
----- edebiyata çoğu sanatçı gibi şiirle başlamıştır. Daha sonra öykü de yazmaya başlayan sanatçı, “İpekli Mendil” adlı ilk öyküsünü Varlık dergisinde yayımlamıştır. O yılların ardına kapanıp tekrar çıkan dergilerinde, gazetelerin eklerinde öykü ve yazılar yayımlamıştır. İlk kitabı olan ----- 1936'da çıkarmış, 1943’te gazeteciliği de bırakarak kendini salt yazmaya vermiş, gönlünce avare bir yaşam sürmüş, Burgazada’ya yerleşerek çok sevdiği balıkçıların, ekmeklerinin peşinde koşan küçük insanların arasında yaşamıştır.