11. Sınıf: Türk Dili ve Edebiyat - 7. Ünite: Roman - Cumhuriyet Dönemi'nde ( 1923-1950 ) Arası Roman Test Soruları - Test Çöz - 2023 Yeni MEB Eğitim Müfredatına Uygun Yeni Nesil 11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Evde kimse yoktu, kapıyı anahtarımla açtım, girdim ve her zamanki âdetimle alt kat sofada epeyce durarak hareketsiz etrafıma bakındım. Bu sofa yaşlı bir insan yüzü gibidir. Evimizin bütün ruhu, kederleri ve neşesi orada görünür; her günün hadiseleri tavana, duvarlara, döşemeye bir leke, bir çizgi, bir buruşuk ve bazen de ancak bizim görebileceğimiz gizli bir işaret ilave eder. Bu sofa canlıdır. Bizimle beraber kımıldar, değişir; bizimle beraber dağılır, toplanır; bizimle beraber uyur uyanır, bu sofa aramızda sanki bi simadır ve güldüğü, ağladığı bile olur. Bu sofa dört köşedir: Ortada sokak kapısı, iki yanında birer pencere. Pencerenin yanında bir ot minderi... Minderin yanında yemek masası... Masanın yanında iki sandalye... Bu sofada oturulur, yemek yenir, misafir kabul edilir. Benim her girişimde, orada, hareketsiz duruşum, beni bana gösteren bu çehreye bakmak içindir. Ve baktım: Minderde üst üste konmuş iki yastık. (Demek annem biraz rahatsızlanmış ve buraya uzanmış.) Masanın yanında rafın önüne çekilmiş bir sandalye. (Demek annem en üst raftan bir ilaç şişesi almış.) Ha... İşte masanın üstünde bir şişe: Kordiyal 2 (Demek annem bir fenalık geçirmiş.). Minderin üstünde ıslak, buruşuk bir mendil... (Demek annem ağlamış.)
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndan alınan bu parçayla ilgili,
I. Tarık Buğra’nın romanıdır.
II. Bireyin iç dünyası esas alınmıştır.
III. Betimleyici anlatımdan yararlanılmıştır.
IV. Mekân unsuru ön plandadır.
V. Anlatım, kahraman anlatıcının bakış açısından yapılmıştır.
Cumhuriyet Dönemi önemli yazarlarından olan Peyami Safa; felsefe, psikoloji, sosyoloji gibi bilimlerle de ilgilenerek çok sayıda eser vermiştir. Ancak Peyami Safa’nın titizlikle üzerinde durduğu asıl konu Doğu-Batı meselesidir. Yazar, gerek fikrî eserlerinde gerek edebî eserlerinde genellikle Doğu-Batı ikilemini ele almıştır ki bu ikilemi onun fikrî eserlerinin temelini oluşturur.
Nuran’ı iskelede beklemek, gecikince gözü saatte kalmak, kahramanımız için ayrı hazlar oluyordu. Mizah edebiyatlarının belli başlı mevzusu olan kadınların bekletmek huyundan erkeklerin bu kadar şikâyetçi olmasına şaşıyordu. Nuran’ı beklemek ona çok lezzetli geliyordu. Her şey lezzetliydi, ucunda Nuran bulunmak şartıyla.
Genç kadın İstanbul’u tanıdıkça Mümtaz’a hak veriyordu. Bir gün ona:
- Kuzum, senin yaşın bu kadar genç. Öyle olduğu hâlde bütün bu eski şeyleri neden seviyorsun? diye sordu. Mümtaz o zaman ona İhsan Ağabey’i anlattı. Gençliğinde Paris’te Jaures’in peşinden bir zamanlar nasıl ayrılmadığını, sonra Balkan Harbi içinde İstanbul’a dönüşünde birdenbire nasıl değiştiğini, nasıl kendi hayatımızın kaynakları etrafında dolaştığını, anları şahsi bir tecrübe gibi yaşamaktan nasıl bıkmadığını söyledi.
- Bende İhsan’ın tesiri büyüktür. Asıl hocam odur. Onun sayesinde o kadar az yoruldum ki... İhsan’ın en güzel tarafı insan için yolları kısaltmayı bilmesidir.
O söyledikçe Nuran’ın İhsan’ı tanımak arzusu artıyordu.
Evde kimse yoktu, kapıyı anahtarımla açtım, girdim ve her zamanki âdetimle alt kat sofada epeyce durarak hareketsiz etrafıma bakındım. Bu sofa yaşlı bir insan yüzü gibidir. Evimizin bütün ruhu, kederleri ve neşesi orada görünür; her günün hadiseleri tavana, duvarlara, döşemeye bir leke, bir çizgi, bir buruşuk ve bazen de ancak bizim görebileceğimiz gizli bir işaret ilave eder. Bu sofa canlıdır. Bizimle beraber kımıldar, değişir; bizimle beraber dağılır, toplanır; bizimle beraber uyur uyanır, bu sofa aramızda sanki bi simadır ve güldüğü, ağladığı bile olur. Bu sofa dört köşedir: Ortada sokak kapısı, iki yanında birer pencere. Pencerenin yanında bir ot minderi... Minderin yanında yemek masası... Masanın yanında iki sandalye... Bu sofada oturulur, yemek yenir, misafir kabul edilir. Benim her girişimde, orada, hareketsiz duruşum, beni bana gösteren bu çehreye bakmak içindir. Ve baktım: Minderde üst üste konmuş iki yastık. (Demek annem biraz rahatsızlanmış ve buraya uzanmış.) Masanın yanında rafın önüne çekilmiş bir sandalye. (Demek annem en üst raftan bir ilaç şişesi almış.) Ha... İşte masanın üstünde bir şişe: Kordiyal 2 (Demek annem bir fenalık geçirmiş.). Minderin üstünde ıslak, buruşuk bir mendil... (Demek annem ağlamış.)
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndan alınan bu parçayla ilgili,
I. Tarık Buğra’nın romanıdır.
II. Bireyin iç dünyası esas alınmıştır.
III. Betimleyici anlatımdan yararlanılmıştır.
IV. Mekân unsuru ön plandadır.
V. Anlatım, kahraman anlatıcının bakış açısından yapılmıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki yazarlar, genellikle toplum gerçeklerini irdelemişler, bu gerçekleri de romanlarında yansıtmak istemişlerdir. Bu yılların üç önemli yazarı;
I. Halide Edip Adıvar,
II. Ziya Gökalp,
III. Reşat Nuri Güntekin’dir.
Bu üç yazar, Tanzimat Dönemi’nde başlayan köye ve Anadolu’ya yönelme anlayışını bilinçli olarak geliştirmişlerdir.
(I) Abdülhak Şinasi’nin romanlarında geçmişe yönelme görülür. (II) Romanlarında kahramanlarının çoğu tuhaf, içe dönük ve siliktir. (III) Avundukları mekân, kurdukları hayal dünyasıdır. (IV) Bununla birlikte o, günübirlik yaşayan varlıklı insanların İstanbul’un seçkin semtlerindeki kaygısız hayatlarını dile getirir. (V) Bu yüzden de olaylar duygu ve düşüncenin her zaman önündedir.
Anadolu insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandırdı. Konularını toplumsal eşitsizliklerden aldı. Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile getirdi. Aydınlar ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirdi. 1937’de yayımlanan Kuyucaklı Yusuf, gerçekçi Türk romanının en özgün örneklerinden biridir.