12. Sınıf: Türk Dili ve Edebiyat - 4. Ünite: Roman - Romanın Oluşumu ve Unsurları Test Soruları - Test Çöz - 2023 Yeni MEB Eğitim Müfredatına Uygun Yeni Nesil Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Yazarın romanda kendi varlığını duyurması için, kişileri yargılaması, kendi görüşlerini bildirmesi ya da dönüp okura seslenmesi şart değildir. Romancı bundan sakınsa da yine birçok şekilde kendini belli eder eserinde. Bunlardan birisi her şeyi görmek ve bilmek yeteneğine sahip oluşudur. Çünkü yazar, tüm kişilerin kafasının içini okumak, duygularını şaşmaz bir kesinlikle bilmek, en gizli isteklerinden haberli olmak gibi yaşamda kimseye nasip olmayan tanrısal bir bilgiyle donatılmıştır. Hemen hemen hangi romanı açarsak açalım, ne bizim ne de romandaki kişilerin bilemeyeceği şeyleri yazarın büyük bir güvenle anlattığını görürüz.
Ben ‘edebî’ sayılacak hiçbir eser yazmadım. Çünkü benim eserlerimin çoğunu yazdığım sıralarda, memlekette edebiyattan anlamayanlar nüfusumuzun abartısız yüzde doksan dokuzunu teşkil ediyordu. Benim emelim de ekseriyete hitap etmek, onların dertlerine tercüman olmaya çalışmaktı. Zaten ‘edebiyat’ yapmaya ne vaktim, ne de kalemim müsait değildi. Edebiyatı Hamillere, Ekremlere, yani erbabına bıraktım. Fakat ne yalan söyleyeyim, eğer elimde olsaydı, onları da, o devirde ‘edebiyat’ yapmaktan men ederdim. Çünkü bence, nüfusun yüzde doksan dokuzu koyu cehaletten tamamıyla kurtulamamış olan bir memlekette, henüz en aydınlık ve basit fikirleri bile sökemeyen kimselere ‘edebî’ eser vermek, karnını doyuramamış bir kimseye meyve ikram etmek kadar garip bir hareketti.
Romanı, kendine has belli başlı nitelikleri tanımanın en doğru yollarından birisi, sanırız onu, dünden bugüne uzanan tarihi içinde ele almak; yüzyıllar içinde geçirdiği değişme ve gelişme serüvenini tespit ve tasvir etmek olmalıdır. Romanın tarih içindeki serüveninin, diğer edebî türlerle bir hayli içli - dışlı olması, karşılaştırmalı bir yöntem izlemeyi lüzumlu kılacaktır.
- Şövalye Notüs Gladyüs’ün Issızhan’da Hancı Mavro’dan, Türkmenler ve çevre hakkında bilgi aiması
- Şövalye ve Uranha’nın Ertuğrul Bey’in at bakıcısı Demircan’ı öldürüp atları çalmaları
...
- Uranha ile Şövalye Notüs Gladyüs öldürülmesi.
- Kari niçin Müslüman oldu bilir misiniz? Bilmek değil ihtimal ki bir mana bile vermezsiniz. Size biz söyleyelim: Mutlaka Süleymaniye’ye gelmek için. Acaib! Süleymaniye’ye gelmekten istifadesi? (Dünyaya İkinci Geliş)
- Ne o? Şaştınız mı? Hey kardeşim hey! içinizde Râkım hâlinde büyümüş adam varsa baksın, sa’y-i dest olarak ilk kazandığı paraya ne kadar sevinmiştir, hatırlasın. (Felatun Bey ile Râkım Efendi)
- Tuhaf şey! Şimdi hatırımıza geldi, bari kârilerimize dahi arz edelim. (Karnaval)
Yıldız Ecevit, Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı romanı ile Umberto Eco’nun Gülün Adı romanını karşılaştırır ve “Pamuk bu metninde Eco’nun romanının konusal şablonunu, Doğu kültürüne uyarlamıştır. Benim Adım Kırmızının basında çıkan ilk tanıtma yazılarından birinde Gülün Adı Kırmızı başlığı altında art arda sıralar yazar: Aristo’nun Kayıp Kitap'ı, Enişte’nin ‘gizli kitap’ı olmuş. Manastırda birbirleriyle çekişen Hristiyan tarikatlarının yerini Erzurumiler almış. Ölen rahiplerin yerini, birbiri ardınca ölen nakkaşlar, İncil’den yapılan alıntıların yerini de Kuran’dan ayetler almış.” cümleleriyle benzerliklerine değinir.
Anlatım tarzı olarak --- herhangi bir tavır, hareket veya sözün eserde çeşitli vesilelerle birçok kez tekrar edilmesidir. Hasan Ali Toptaş’ın Gölgesizler romanında Cennet'in oğlunun hemen her konuşmasında “Kar neden yağar?” diye haykırması örneğinde olduğu gibi, tekrarlar yoluyla metnin kurgusunda tamamlayıcı özellik gösterir.
Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum.
Uykuların Doğusuna başlarken kafamda sadece insan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykudadır düşüncesi vardı. Bu düşüncenin yanında roman yazma arzusu da vardı elbette. Ne var ki her zamanki gibi ben, yazacağım romanda neleri, nasıl yazacağımı bilmiyordum. Pusulam yoktu açıkçası, haritam yoktu, planlarım, karakterlerim ve hikâyelerim yoktu. Bütün bunları metin içinde metinle birlikte düşünüp metinle birlikte oluşturacağımı bildiğim için, o günlerde ilk cümleyi arıyordum sadece; masaya oturuyor, özene bezene yüzlerce cümle yazıyor ve bunların hiçbirini beğenmiyordum. Çünkü yazdığım her cümle kendi sınırının sonuna varınca tık diye bitiyordu, sonraki cümleyi doğuramıyordu. Ben de masadan kalkıp başka şeylerle uğraşıyor, aklım sıra ruhumu evin içinde biraz gezdiriyor, sonra heyecanla gelip masaya yeniden oturuyordum. Bu can sıkıcı durum, yaklaşık sekiz ay sürdü.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu dış âlemdeki olaylardan çok, on beş yaşındaki kahramanın iç dünyasını, ruh hâllerini ele alarak gencin toplumla ve çevresiyle ilişkilerini, bunların birbirinden nasıl etkilendiklerini anlatan bir romandır.