7.Sınıf : Türkçe - 1. Ünite : Sözcükte Anlam - Ünite Tekrar Testleri - Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
Abraham Lincoln'un oğlunun öğretmenine yazdığı mektubun özeti:
Öğrenmesi gerek biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını fakat şunu da öğret ona:
Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşı kendini adamış bir lider vardır.
Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona.
Zaman alacak biliyorum fakat eğer öğretebilirsen,
kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha
değerli olduğunu öğret.
Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan
neşe duymayı. Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.
Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.
Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip
olduklarını. Eğer yapabilirsen ona kitapların mucizelerini öğret.
Fakat ona;
gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı.
Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi.
Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.
Bu mektuptaki öğütler ile
I. Kötülüğe kötülük etmek her kişinin kârı, iyiliğe iyilik etmek er kişinin kârıdır.
II. Yalnız taş duvar olmaz.
III. Son gülen, iyi güler.
IV. Akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını almış
Temel, bir fıkraya üç kere gülermiş: İlk gülüşü, fıkra anlatıldığında herkesle; ikinci gülüşü, fıkradaki espri kendisine açıklandığında onu açıklayan kişiyle; son gülüşü de fıkranın öz anlamını kavradığında, tek başına. Bu durum, insan aklının saf mizahtaki espriyi anlama sürecinin aşamalarına da işaret etmektedir. Şöyle ki: İlk gülüş, mizahi metnin manasına, ikinci gülüş muradına, üçüncü gülüş de mizahi metni kavramaya ilişkindir.
Bu metinle ilgili,
I. Soyut anlamlı sözcükler kullanılmıştır.
II. “Saf” sözcüğü “kurnazlığa aklı ermeyen, kolaylıkla aldatılabilen” anlamında kullanılmıştır.
III. Eş anlamlı sözcükler bir arada kullanılmıştır.
IV. Dilimize henüz yerleşmemiş yabancı kökenli sözcükler kullanılmıştır.
• Tek kelimeyle belirtilebilecek bir kavramı güçlü ve etkin bir anlatım için birden fazla kelimeyle anlatmaya dolaylama denir. “Atatürk” yerine “büyük kurtarıcı” ya da “Ankara” yerine “Türkiye’nin kalbi” demek dolaylamaya örnektir.
• Olumsuz olarak algılanan kimi durum, kavram veya varlıkları güzel bir şekilde dile getirmeye güzel adlandırma denir. Örneğin “ölüm” yerine “rahmete kavuşmak” ifadesi güzel adlandırmadır.
Rıza Paşa yokuşunda gençten bir satıcı, çift gözlü lahmacun kutusunun üstüne şöyle yazmış: Seyyar Kebap Salonu. Ne yaman bir dil kullanma yeteneği var halkın. Yıllardan beri kuşaktan kuşağa devredilerek gelişmiş bir beğeni, öyle ki sözcükler ya da kavramlar kapma, özentili olduğunda bile bir tat var. Şakacılık, kendiyle alay, kendi sınıfının dışındakilere bıyık altından gülme güdüsü.
Haberleşme ihtiyacı, insanlık tarihi — eskidir. (l)Yapılan araştırmalar ve çalışmalar gösteriyor ki posta haberleşme ağından önce de insanlar haberleşme ihtiyacını duman, hayvanlar ve çeşitli sesler sayesinde giderebiliyorlardı. Gayem haberleşme tarihini yazmak değil nereden nereye gelindiğini göstermesi bakımından bu tarihî süreci belirtmekte fayda var. (II) Daha düne kadar mektup yazma, dinî bayramlarda ve her yılbaşında da kartpostal gönderme geleneğimizi sürdürebiliyorduk. (III) İlkokula başladığımızda öğrendiğimiz ilk şarkılardan “Postacı”nın; “Bak postacı geliyor, selam veriyor. / Herkes ona bakıyor, merak ediyor.” sözleriyle başlıyordu hasret, özlem gibi duyguların gönlümüze ve ruhumuza işlemesi. (IV) Şimdi çocuklarımız okullarda “Postacı”yı öğreniyorlar mı bilmiyorum. — ilk bilinçli postacıyı bekleyişimiz de üniversite imtihanlarının sonuçları içindi. Asıl onunla başlıyordu daha sonraki postacının yolunu gözleyişlerimiz ve günde beş on kez posta kutumuzu kontrol edişlerimiz... Özellikle gurbet ellerde aileden, eşten, sevgiliden, çoluk çocuktan beklenen mektupların özlemi — bambaşkaydı. Haftalarca, aylarca mektupların gelmesi beklenir; eş, dostla gönderilen selamlar yerini bulurdu da ah o postadaki mektup bir türlü gelmek bilmezdi. Rahmetli babamın 1970’lerin sonunda üç yıl boyunca çalıştığı Almanya’ya, mektuplar en az bir ayda giderdi. Tabii bir ay da cevabın gelmesi beklenirdi. Cevap gelene kadar mektup kâğıdının boş bir sayfasına çizdiğimiz ellerimiz bile büyümüş olurdu.
Haberleşme ihtiyacı, insanlık tarihi — eskidir. (l)Yapılan araştırmalar ve çalışmalar gösteriyor ki posta haberleşme ağından önce de insanlar haberleşme ihtiyacını duman, hayvanlar ve çeşitli sesler sayesinde giderebiliyorlardı. Gayem haberleşme tarihini yazmak değil nereden nereye gelindiğini göstermesi bakımından bu tarihî süreci belirtmekte fayda var. (II) Daha düne kadar mektup yazma, dinî bayramlarda ve her yılbaşında da kartpostal gönderme geleneğimizi sürdürebiliyorduk. (III) İlkokula başladığımızda öğrendiğimiz ilk şarkılardan “Postacı”nın; “Bak postacı geliyor, selam veriyor. / Herkes ona bakıyor, merak ediyor.” sözleriyle başlıyordu hasret, özlem gibi duyguların gönlümüze ve ruhumuza işlemesi. (IV) Şimdi çocuklarımız okullarda “Postacı”yı öğreniyorlar mı bilmiyorum. — ilk bilinçli postacıyı bekleyişimiz de üniversite imtihanlarının sonuçları içindi. Asıl onunla başlıyordu daha sonraki postacının yolunu gözleyişlerimiz ve günde beş on kez posta kutumuzu kontrol edişlerimiz... Özellikle gurbet ellerde aileden, eşten, sevgiliden, çoluk çocuktan beklenen mektupların özlemi — bambaşkaydı. Haftalarca, aylarca mektupların gelmesi beklenir; eş, dostla gönderilen selamlar yerini bulurdu da ah o postadaki mektup bir türlü gelmek bilmezdi. Rahmetli babamın 1970’lerin sonunda üç yıl boyunca çalıştığı Almanya’ya, mektuplar en az bir ayda giderdi. Tabii bir ay da cevabın gelmesi beklenirdi. Cevap gelene kadar mektup kâğıdının boş bir sayfasına çizdiğimiz ellerimiz bile büyümüş olurdu.
Haberleşme ihtiyacı, insanlık tarihi — eskidir. (l)Yapılan araştırmalar ve çalışmalar gösteriyor ki posta haberleşme ağından önce de insanlar haberleşme ihtiyacını duman, hayvanlar ve çeşitli sesler sayesinde giderebiliyorlardı. Gayem haberleşme tarihini yazmak değil nereden nereye gelindiğini göstermesi bakımından bu tarihî süreci belirtmekte fayda var. (II) Daha düne kadar mektup yazma, dinî bayramlarda ve her yılbaşında da kartpostal gönderme geleneğimizi sürdürebiliyorduk. (III) İlkokula başladığımızda öğrendiğimiz ilk şarkılardan “Postacı”nın; “Bak postacı geliyor, selam veriyor. / Herkes ona bakıyor, merak ediyor.” sözleriyle başlıyordu hasret, özlem gibi duyguların gönlümüze ve ruhumuza işlemesi. (IV) Şimdi çocuklarımız okullarda “Postacı”yı öğreniyorlar mı bilmiyorum. — ilk bilinçli postacıyı bekleyişimiz de üniversite imtihanlarının sonuçları içindi. Asıl onunla başlıyordu daha sonraki postacının yolunu gözleyişlerimiz ve günde beş on kez posta kutumuzu kontrol edişlerimiz... Özellikle gurbet ellerde aileden, eşten, sevgiliden, çoluk çocuktan beklenen mektupların özlemi — bambaşkaydı. Haftalarca, aylarca mektupların gelmesi beklenir; eş, dostla gönderilen selamlar yerini bulurdu da ah o postadaki mektup bir türlü gelmek bilmezdi. Rahmetli babamın 1970’lerin sonunda üç yıl boyunca çalıştığı Almanya’ya, mektuplar en az bir ayda giderdi. Tabii bir ay da cevabın gelmesi beklenirdi. Cevap gelene kadar mektup kâğıdının boş bir sayfasına çizdiğimiz ellerimiz bile büyümüş olurdu.