9. Sınıf: Türk Dili ve Edebiyat - 2. Ünite : Hikaye - Yapı - Teknik - Hikaye Çeşitleri - Test Soruları
TestSorular'da sadece oturum açmış öğrenciler çözdükleri testlerden puan kazanabilir.
Yok benim amacım puan toplamak değil sadece kendimi geliştirmek istiyorum diyorsan, sorular seni bekliyor.
— Kont de Ronfi’nin kilercisiyim.
— Bu, kızınız mıdır?
— Evet.
— Ne iş yapar?
— Şatonun çamaşırcısıdır.
— Nereye gidiyorsunuz?
— Kaçıyoruz.
— Neden?
— Bu akşam, bu taraflara on iki PrusyalI asker geldi. Üç bekçiyi kurşuna dizdiler ve bahçevanı da astılar. Ben, küçüğün başına bir şey gelmesinden korktum.
Çakır dikenliğin içinden koşan zavallı çocuk soluk soluğaydı. Çoktan beridir ki durmamacasına koşuyordu. Birden durdu. Bacaklarına baktı. Dikenlerin yırttığı yerden kan sızıyordu. Ayakta duracak hâli yoktu. Arkasına baktı. Görünürlerde kimsecikler yoktu. Sonra sağa saptı. Yorulunca çakırdikenlerinin içine yattı. Sol yanında bir karınca yuvası gördü. Biraz sonra da dikenlikten çıktı. Dikenliğin kıyısına dizüstü çöktü.
Koca Ali yine karşılık vermedi. Acı acı gülümsedi. Kızardı. Sonra birden sarardı. Hızla döndü. Bilediği satırların en büyüğünü kaptı. Sıvalı kolunu, yüksek kıyma kütüğünün üstüne koydu. Kaldırdı, ağır satırı öyle bir indirdi ki... O anda kopan kolunu tuttu. Gördüğü şeyin ürperticiliğinden gözleri dışarı fırlayan Hacı Kasap’ın önüne Al bakalım, şu diyetini verdiğin şeyi! diye hızla fırlattı. Sonra giysisinin kolsuz kalan yenini sıkı bir düğüm yaptı. Dükkândan çıktı. Onun bir zamanlar geldiği yer gibi, şimdi gittiği yeri de kentte kimse öğrenemedi.
Kuş Yemi
Beyazıt kahvelerinden birinde bir arkadaş bekliyordum. Kahvenin ortasında eski ipek çarşaflı ihtiyar bir kadın gözüme ilişti. Yanında altı yaşlarında bir erkek çocuğu, çocuğun elinde de bir kafes vardı... Kadın, kahveciye yavaş sesle bir şeyler söylüyor; küçüğün elindeki kuş kafesini gösteriyordu. Büyükhanım üzgün bir bakışla, aslında satmayacaklarını ama aylığının yetişmediğini söylüyor. Onlara dikkatle baktığımı gören kahveci, yanımdan geçerken “Allah kimseyi düşürmesin.” dedi. Kahveciyi araya koyarak büyükanne ile pazarlığa girişiyorum. Kafesi istediği fiyata satın alıyorum. Büyükanne, masanın üzerine bıraktığım parayı hemen alıyor. Bu iş ona çok ağır geliyor, içinden beş kuruş alarak çocuğa veriyor. O kadar konuşuyoruz ki, küçüğün uzun süre aramızdan kaybolduğunu göremiyoruz. O, elinde simit ve bir külahla geliyor. Belli ki, simitle karnını doyuracak.
Dülger Balığının Ölümü
Hepsinin gözleri güzeldir. Hepsinin canlıyken pulları kadın elbiselerine, kadın kulaklarına, kadın göğüslerine takılmaya değer. Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrütler, şunlar bunlar?... Mümkün olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilselerdi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar şan ü şeref kazanırdı. Ne yazık ki soluverir ölür ölmez, öyle ki, büzülmüş böceklere döner balık sırtının pırıltıları. Benim, size ölümünü hikâye edeceğim balığın öyle parıltılı, yanar döner pulları yoktur. Pulu da yoktur ya zavallının. Hafifçe, belirsiz bir yeşil renkle esmerdir. Balıkların en çirkinidir. Kocaman, dişsiz, ak ve şeffaf naylondan bir ağzı vardır. Sudan çıkar çıkmaz bir karış açılır. Açılır da bir daha kapanmaz. Vücudu kirlice, esmer renkte demiş miydim? Rum balıkçıların Hrisopsaros -Hristos balığıdedikleri bu balık, vaktiyle korkunç bir deniz canavarı imiş. İsa doğmadan evvel, Akdeniz’de dehşet salmış.
(I) Anlatımı olaya yaslandırmayan, geleneksel anlamda serimi, düğümü, çözümü olmayan bir öykü türüdür durum öyküsü. (II) Dünya edebiyatında öncüsü Rus yazar Çehov’dur. (III) Bizdeyse olaysız öykü türünün uygulayıcılarının başında Yakup Kadri Karaosmanoğlu gelmiştir; öykünün dokusunu, olaylardan soymuştur. (IV) Sait Faik, Oktay Akbal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Samet Ağaoğlu, Necati Cumalı, Nezihe Meriç, Bilge Karasu, Füruzan, Selim İleri gibi yazarlar durum öyküsüyle oluşturmuşlardır yapıtlarını. (V) Kuşkusuz, olay ve durum öyküsünün yapılarını birleştirmiş yazarlarımız da vardır: Sabahattin Ali, Samim Kocagöz, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Dursun Akçam, Bekir Yıldız, Adnan Özyalçıner, Mehmet Başaran, Mehmet Şeyda... bunlar arasında anılabilir
Soğuk bir sonbahar ve sonraları boralı bir kış başladı. Akşamları gölgeler, karanlıklar, denizin uğultusu, Fazılpaşa yokuşundan boğuk bir çığlıkla geçen büyük rüzgârlar saltanatı kalmıştı. Karanlık çökünce heyecanla kabak çekirdekçiyi bekliyordum. Onun hayatını o kadar biliyordum ki gündelik adamlar arasında cesaret ve yüceliğin bir kahramanı olan bu sade insanın yüzünü görmek bana mutlaka lazımdı. Fakat bir gün, iki gün, hatta haftalar geçiyor, kabak çekirdekçi geçmiyordu. Küçük yeğenim de pek meraklıydı